Terörle Savaştan Otokrasiyle Savaşa

 

Terörle savaş, hem İslam dünyasındaki jeopolitik boşluk alanlarını hem de eski Sovyetler Birliği'nin tarih sahnesinden çekilmesiyle ortaya çıkan yeni jeopolitik boşluk alanlarını başkaca güçlerin denetim altına almasını engelleyen düzenlemenin adıydı. Düzenlemenin gayesi ise bu alanlardaki kaynakların kullanılması suretiyle her hangi bir rakibin güç pekiştirmesine giderek küresel güç gösterimi kapasitesine ulaşmasını engellemekti.

ABD, nihayetinde bir batı yarımküresi gücüdür ve doğu yarımküresinde toprakları yoktur. Ancak terörle savaş yoluyla, başka türlü rüyasını bile göremeyeceği,  tarihte hiç olmamış bir şeyi başardı; Mackinder'in Heartland adını verdiği dünyanın kalpgâhına hiçbir dirençle karşılaşmadan ordusunu indirebildi. İronik olan, ne Napolyon ne de Hitler ordularının başaramadığını başta Rusya ve Çin olmak üzere dünyanın desteğini alarak başarmış olmasıydı.

Bunun ardından stratejik suyollarını, enerji güzergâhlarını denetimi altına aldı ve elbette bunu da teröristlere ve korsanlara karşı operasyon bahanesiyle ve yine bölge ülkelerinin işbirliğiyle gerçekleştirdi. Filipinlerden, Endonezya'dan Afrika'ya kadar terörist avı bahanesiyle askeri üsler ve karargâhlar kurdu. Yerküreyi ayağa kaldırdı.

Böylece, jeopolitik boşluk alanlarının rakip bir güç tarafından denetim altına alınmasının önünde yeni engeller yarattı.

Amerika'nın engellemeye çalıştığı büyük güçlerin kimler olduğunu sorduğumuzda, çekinmeden hepsi diyebiliriz. Arada kayrılan, imtiyaz tanınan kimse yok. İmtiyaz, sadakatini koruduğu müddetçe Avrupa'ya verilebilirdi. O da ömr-ü hayatını vasal olarak sürdürmeye razıysa. Aslında çağrı, tüm büyük güçleredir; doğrusu, tüm büyük güçlere, Amerika'nın vasalı olma çağrısıdır.

Dünya Bankası'nın şimdi ki başkanı Robert B.Zoellick, ABD Dış İşleri Bakanı Müsteşarı olduğu zamanlarda az çağrı yapmadı Çin'e. Amerika'nın çıkarlarını temsil eden uluslararası sistemi koruma görevini Çin'e vermişti ve fırsat düştükçe hatırlatmalarda bulunuyordu. Ne Avrupa'ya ne de Rusya'ya böyle bir uyarı yapılmamıştır zira sistemi tehdit etme potansiyeli en yüksek devlet Çin'dir ve onun sisteme saygısının devamı, sistemden kazançlı çıkan olmasına bağlıdır. Bu ise sistem düzeyinde revizyonlar gerektirebilecektir ki gidiş o yöne doğrudur. Amerika nezdinde ise olmayacak bir iştir bu.

Paul Wolfowitz, Çin'in yükselişi ile ilgili görüşleri önem taşıyan bir isimdir. Savunma Bakanlığı yapmış olmasının yanı sıra 1992 yılında hazırlanan ve basına sızdırılmasının ardından çok ses getiren 1994-99 malî yılı savunma planının da mimarıdır. The National Interest'in 2000 yılı bahar sayısında Remembering the Future adlı makalesinde şöyle diyor: " Almanya 20.yy'ın başında dünya sistemini nasıl tehdit ettiyse Çin de bugünkü sistemi tehdit etmektedir. Çin yükselen bir güçtür ve bu süreç henüz tamamlanmamıştır. Yükselen bir gücü statükonun ancak barışçıl yollara değiştirilebileceğine ikna etmek meşakkatli bir iştir."

O halde kuşatılmalıdır.

Bölgesel stratejileri küresel stratejiden kopuk değerlendirmemelidir. Amerika'nın bir tek küresel stratejisi ve onu tamamlayan pek çok bölgesel stratejisi vardır. Ki öyle olmalıdır. Bugünlerde Rusya'nın kuşatılmasından bahsediliyor eski bir alışkanlıkla. Hâlbuki Amerika'nın Rusya'yı durdurmak için dünyanın kalpgâhına hançer gibi indiğini düşünmesi çok zordur.  Kuşatılan biri var elbette ama bu Rusya değil Rusya'nın silahlandırdığı, müttefiki Çin'dir. Orta Asya ve Hazar bölgesinin enerji kaynaklarında sadece Rusya'nın gözü yok; Rusya'nın Orta Asya'ya dönmesinden endişe eden müttefiki Çin'in de gözü var ve orta vadede Çin, Rusya'yı bölgeden atabilecek bir güce ulaşabilecektir. Rusya'nın kapıda tutulduğuna şüphe yok ama kuşatılmadığı hakkında da şüphe yok  Kuşatılma başka bir şeydir. Rusya zaten geriletilmiştir ve ondan istenen, eski Sovyet Cumhuriyetlerine artık bağımsız bir devlet gibi davranmayı kanıksaması yani yeni mevcut durumu hazmetmesidir. Yani Rusya'nın sınırlandırıldığından söz edebiliriz. 

Amerikalı stratejisyenler ve askeri planlamacılar, Çin'in büyüyen ekonomisi ve bu ekonominin askeri güce yansımaları üzerinde gelecek projeksiyonlarıyla meşguller çok zamandır. Ekonominin geçmiş performansını koruması durumunda, 2020-25 yılları, Amerika ile artık yarışabilecek çapta iddialı bir Çin'in çiçek açtığı dönem olacak.

Amerika, gelecek projeksiyonlarını kamuya anlatıp, Çin'in kuşatılması için gerekli iç ve dış desteği kazanabilir miydi? Hayır, kazanamazdı. Mackinder bunu özlü bir şekilde açıklamıştı: "Demokrasi, stratejik düşünmeyi reddetmektedir tâ ki savunma amacıyla böyle düşünmeye mecbur kalmış olsun." Mackinder'in bu sözü söylediği zamanın demokrasi ve liberalizmi ile bugünün demokrasi ve liberalizmi yolda karşılaşsalar birbirlerine selam vermezlerdi. Demokrasi ve liberalizm, ulus devlet aygıtının ürettiği stratejik ve askeri düşünceyi hayata uygulama yönünde çok daha büyük bir engeldir bugün. Ve Birleşmekle meşgul Avrupa demokrasileri, güç kapasitelerinden dolayı diplomasiye daha büyük öncelik tanıyorlar artık. Ayrıca, Avrupa,  mümkün olduğunca kendi yolunda ilerlemek istiyor. Kısacası, saldırgan amaçlarla içeriden destek almanın ve de dışarıda müttefik bulmanın son derece zor olduğu bir dönemdeyiz. Bahaneler üretmek gerekiyor. ABD eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, 2006 yılında bir öğle yemeği davetinde şöyle söylemişti: "Başkan, başarısının kurbanı. Beş yıldan beri bir saldırıya uğramadık. Toplumdaki tehdit algısı o kadar düşük ki davranış kalıbının düşük tehdit değerlendirmesini yansıtıyor olması şaşırtıcı değil. Aynı şey Avrupa'da da var, düşük tehdit değerlendirmesi var. Bu durumun düzeltilmesi için bir saldırı gerekli." ve yine Rumsfeld, General Michael Delong, Capitol Hill'de "sempati/ anlayış gösterecek kulakların" olmadığından sızlandığında, Amerikan halkının "tehditlerin ciddiyetini tanıyacak olgunluktan yoksun" olduklarını söylüyor.

2020-25 ve sonrasına hazırlığın bir parçası olan, bir arazi, bir mevzilenme çalışması -jeopolitik bir düzenleme - olan terörle savaş, asli görevini icra etti ve yaklaşık bir sekiz yıl böylece geçip gitti. Şimdi diğer perdeye geçildi ki oyunun ana fikri burada. Çin'in büyük emek verdiği, uğruna dış politikasını bile ince ayarla yönettiği Pekin Olimpiyatlarına Çin'i haklı olarak öfkelendirecek denli gölge düşüren ve dikkatleri Gürcü-Rus çatışmasına yahut da Kafkaslara yönelten gelişme manidardır. Gürcistan'ın Güney Osetya'ya saldırarak açık bir biçimde Rusya'yı kışkırtmasıyla açılan yeni dönemin Pekin'e düşen gölgesi öyle kolay kolay kalkmayacaktır. Olimpiyatlara yani Pekin'e bu gelişme sebebiyle düşen gölge, tarihi bir göstergedir ve sürecin yönelimine işaret etmektedir.

Terörle savaş söylemiyle yaklaşık sekiz yıl süren bu süreç, yerini şimdi bir başka sürece ve o sürece münasip bir başka söyleme terk ediyor. 2020'ye şunun şurasında ne kaldı! Amerikalı stratejisyenler,  terörle savaş ve İslamcı radikalizmin öncelik olmaktan artık çıktığını birer ikişer ilan etmeye başladılar. Söylemlere bile çoktan yansıdı. Artık bıktırıcı hale gelen terörle savaşımız gündemdeki başköşeden inecek ve oraya bıktırıcı bir başka söylem çıkacak demektir.

 Bu arada, McCain'in "Demokrasiler ligi" büyük tepki toplamıştı ancak bu süreç içerisinde fiilen vücuda gelebilir. Nihayetinde sürecin bir adı ve bir çerçevesi olması gerekiyor meğerki başka bir adla anılsın.

 Tarih, şimdi de liberal dünyanın otokrasilere, baskıcı rejimlere karşı savaşını yazacak. Bundan en büyük pay Rusya'ya değil Çin'e düşecek.  Soğuk Savaş'tan bu yana Amerikan gücünün sızamadığı ve de yükselişini durduramadığı tek ülke, Rus stratejisyen Aleksandr Dugin'in Türkiye kadar tehlikeli bulduğu Çin'dir. Wolfowitz, aynı makalesinde şunu da söylüyor: "Çin'de demokratik eğilimleri desteklemek, "uluslararası sosyal çalışmadan" öte bir şeydir. Süreci etkileme namına kısıtlı imkânlara rağmen Çin'de açık toplumu yüreklendirmede Amerika'nın temel stratejik çıkarı bulunmaktadır." Çin, kendisine dayatılan liberalizmi bir kez kabul ettikten sonra onlarca küçük devletçiğe ayrılacağı yola girecektir zira açık toplum, kurucu ilke ve dinamiklerin ortadan kaldırılmasından yani apaçık "çözülme ve çöküşten" geçmektedir.  Dolayısıyla, açık toplum talepleri, küresel bir oyuncuyu tatile göndermekle sonuçlanacaktır. Amerika'nın Çin'in çökmesini istemeyeceğine inananlar olabilir. Bunun sebebi karşılıklı bağımlılık gerekçesi olsa gerektir. Ancak, tâbi olmayı yani Amerika'nın vasalı olmayı reddeden ve Amerika'nın kurduğu uluslararası sistemi tehdit eden bir Çin algılaması karşısında ekonomik bağımlılık para etmeyebilecektir. Amerikalılara daha ucuza tabak çanak satarak kazandığı dolarları nükleer denizaltılara, askeri modernizasyona harcayan, asimetrik savaş teknikleriyle kendisinden kat kat güçlü bir devleti ucuz yoldan etkisiz hale getirmenin hazırlığını yapan Çin'in  içe katlanarak yıkılması, stratejisyenler nezdinde makbul bir durumdur. Üstelik bunun bir lütuf olduğunun düşünülmesini de isteyeceklerdir. Nitekim işin ucunda, demokrasilerin sevmediği sıcak çatışma ihtimali de var.

 Terörle savaş, büyük güç rekabetini perdeleyen bir söylemdi. Liberalizmin otokrasilere karşı savaşı da büyük güç rekabetini perdeleyen bir söylem olacak ancak ne var ki her biri ayrı ayrı görevler icra ediyorlar. İlki jeopolitik düzenlemeydi (bu düzenlemeye gidilmesi, Çin'in çökeceğine pek kâni olmadıklarını da gösteriyor). İkincisi ise artık Çin'i doğrudan sıkıştırma harekâtıdır ve İslam dünyasını üçüncü bir şık bırakmaksızın iki seçenek karşısında sıkıştırarak dönüştürme çalışmalarına çok benzemektedir. Buna göre Müslümanlar ya örneğini El Kaide'nin gösterdiği bir radikal ya da Protestan-ılımlı bir Müslüman olacaktır. Radikal sınıfına girdiği takdirde artık zihinlerdeki hazır kalıpta şeytanî bir varlık olarak algılanacak ve varlığının yok edilmesi vicdanlar da en ufak bir sızıya yol açmayacaktır. Yahut da Protestan-ılımlı Müslüman ve de tâbi olarak yaşayabilecektir, dilerse. Benzer şekilde Çin, ya açık toplam olacak – ve çökecek- ya da özgür dünyanın karşısına dikilen tek partinin yönetimindeki bir şeytan olmak zorunda kalacaktır. İslam denildiğinde akla Usame bin Ladin ve Taliban'ın gelmesi gibi otokrasi denildiğinde de neredeyse Çin'den başka bir şey anlamayacak hale geleceğiz.

Nihayetinde Sakaşvili'nin açılış piyonu olduğu yeni perde,  zorbaları / despotları / otokratları tek bir sepete koymayı hedefliyor. Zimbabve'nin Mugabe'si haftalarca gündemdeki birinci yerini korumuştu. Artık medya araçlarında despotik zulümler hakkında haber, yazı, belgesel, röportaj ve karikatür patlamasına şahit olabiliriz. Müslümanların başına gelen onların da başına gelecek; Afrika'nın bir köşesindeki kabilenin yürüttüğü katliam, on binlerce mil ötedeki bir otokratın hesabına kaydedilecek. Francis Fukuyama havadaki kokuyu almış olmalı ki 24 Ağustos tarihli Washington Post'ta yayınlanan otokratlar arasında ince farklılıklar gözeten kavramsal çerçeveye ihtiyaç olduğunu söylüyor. Temennisi, Amerika nezdinde itibar göreceğe benzemiyor – hiç değilse Çin'e dönük yönü bakımından. Çünkü namlunun ucundaki hassaten Çin'dir. Ayrıca her bir otokratın hatasını karşılıklı olarak birbirlerine iliştirmek, istenen sonuç için daha elverişli duruyor.

 Çin, artık dünyanın her yerinde; ister Afrika'da ister Latin Amerika'da, dünyanın her hangi bir bölgesindeki karışıklık kolaylıkla ona ciro edilebilecek ve her bir karışıklık "Çin işi" ve "Çin fitnesi" olarak tanıtılacaktır. Çoktan başladı bile.