Terör sebepsiz yere ortaya çıkmaz

 
Terörle savaşın altıncı yılında, Irak'taki savaş ve Filistinlilere yaşatılanlar sadece aşırılık yanlılarını güçlendiren yeni fırsatlar yaratıyor. Zira, travmaya uğratılmış insanlar ıstıraplarını sessizce sineye çekmez, çoğunlukla şiddet kullanarak ve mantık sınırlarını aşarak karşı koyar

ABD'ye yönelik 11 Eylül saldırılarının altıncı yıldönümünün idrak edildiği bu hafta, Amerika'nın Irak'taki üst düzey askeri ve diplomatik yetkilileri ABD Kongresi'ne bu ülkede yürütülen stratejiyle ilgili rapor sundu. Altı yıl öncesiyle bugün yan yana konulduğunda dikkat çekici bir manzara ortaya çıkıyor: Altı yıl önce küçük bir grup Kaide militanı Amerika'ya saldırmış ve 3 bine yakın insanı öldürmüştü. Bugünse 160 binden fazla Amerikan askeri Irak'ta 2003'ten bu yana on binlerce insanın hayatına mal olan bir savaş veriyor. Dünyada yaşayan herkes için, her iki taraftaki fanatiklerin eylemlerini sürdürme kararı vermesinden daha önemli bir siyasi mesele olamaz.

Bölgeyi kendi haline bırakmazlar

11 Eylül'den altı yıl sonra yaşadığımız dünyayı değerlendirmek istiyorsak, tüm veçhelerde analitik hatalar yapmaktan kaçınmalıyız - özellikle de ABD'de. Başlıca hata insanın kendi ülkesini, değerlerini ve politikalarını doğru, masum ve iyi niyetli görürken, düşmanı kötü ve tehlikeli addetmesi olmaya devam ediyor. Bu yaklaşıma Araplar ve İsrailliler, Amerikalılar ve İslami militanlar, Türkler ve Kürtler, Suriyeliler ve Lübnanlılar gibi hasımlar arasında tanık oluyoruz.

Görülmemiş boyutta bir çatışmanın yaşandığı bu noktaya nasıl vardığımızı öğrenmek ve bundan bir çıkış yolu bulmak için, karşı tarafı şeytanlaştırırken kendi hatalarımızı görmezden gelme alışkanlığını terk etmeliyiz. Hepsinden öte Araplar, İsrailliler, İranlılar ve Amerikalılar, onları son yıllarda giderek şiddetlenen bir düzlemde birbirine bağlayan ilişkiler, koşullar ve politikalardan menkul döngüyü hep birlikte ele almanın bir yolunu bulmak zorunda.

Ne 11 Eylül ne de Irak'a karşı Britanya-Amerikan savaşı yoktan var oldu. Bu bölgedeki gelişmeleri dürüst ve ayrıntılı bir biçimde takip eden herkes, militan İslamcı grupların 1980'lerden beri yükseldiğinin farkındaydı. Bu gruplar birbirine paralel üç hasmın hedefiydi ve motivasyonunu da üçünden sağlıyordu: Muhafazakâr Arap rejimleri, İsrail ve ABD. Kaide fenomeni küçük, yerel militan gruplar tarzında yayılmaya devam ediyor, çünkü örgütün beslenmesine yol açan koşullar büyük oranda aynı. Irak'taki savaş ve Filistinlilere yaşatılanlar, İslamcıların ve diğer radikallerin güçlenmesi için yeni fırsatlar yaratmaktan başka işe yaramıyor. Gelecek yıllarda Arap-İslami aşırılıkçılığın tezahürlerine giderek azalan değil, artan şekilde tanık olmayı beklemeliyiz.

Aynısı diğer taraf için de geçerli. ABD, İsrail veya diğerleri kısa süre sonra İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas'a gizli veya açık saldırılar düzenlerse Ortadoğu halkları hiç şaşırmamalı. Bu dördü, egemen Batılı-İsrailli seçkinlerin bilhassa tehlikeli saydığı ve dizginlemek, cezalandırmak veya sahneden silmek için fırsat kolladığı hasımlar. Söz konusu egemenlerin bir veya birkaçını gelecek yıllarda öyle ya da böyle saldırıya geçeceği kesin, zira ABD öncülüğündeki Batı ve İsrail, Ortadoğu'nun kendi kaderini çizmesine izin vermeyecektir. Bunun başlıca üç nedeni var: Ortadoğu enerjisine küresel bağımlılık, Amerika'nın İsrail'in güvenliğine yönelik (Ortadoğu'nun kalanındaki hâkimiyetin bir biçimi mahiyetinde) güçlü kararlılığı ve 11 Eylül saldırılarıyla onun arkasındaki Kaide fenomenine dair duyulan öfke ve korkunun devam etmesi. ABD-Britanya-İsrail aşırılıkçılığı ve militarizminin, gelecek aylarda ve yıllarda gövde gösterisi yapmanın yeni biçimlerini bulacağı mutlak.

Ortadoğu'da istikrar ve refahın koşulları iki farklı yönde hareket ediyor. Dubai, Amman'ın batısı, Doha, Kahire'nin küçük kesimleri ve küresel ekonomi trenini yakalayan benzer izole bölgelerde küçük refah ve istikrar adacıkları ortaya çıkıyor. Bölgenin kalanının büyük kısmıysa yaygın ekonomik durgunluk, düşük eğitim standartları, bozulan çevre şartları ve ifade özgürlüğünün sınırlanmasından mustarip.

Bunun sonucunda siyasi gerilim Ortadoğu'nun hâkim iklimi haline geliyor. Bu gerilim üç esaslı mesele yüzünden kısa vadede daha da artacak: Birincisi, Irak'a, müşfik Amerikan güçlerinin hediye ettiği özgürlüğü kavrayamayan, kalın kafalı Araplardan (artık Sünniler ve Şiiler deniyor onlara) ibaret bir mesele muamelesi yapılmaya devam ediliyor; ikincisi İsrail-Filistin ihtilafında, Amerika'yla İsrail'in demokratik yollardan seçilmiş Hamas'la temas kurmamasıyla şekillen fanteziden farksız bir barış süreci yürütülüyor; üçüncüsüyse, BM'nin kararları ve küresel anlaşmalar söz konusu olduğunda, Araplarla İranlılara İsrail'den çok daha katı koşullar dayatılıyor.

İran ve Suriye de hedef olacak

Araplar ve İranlılardaki giderek artan aşağılanma hissiyatının tezahürlerinin nasıl ve ne zaman görüleceğini kestiremeyiz; tek söyleyebileceğimiz şey, Amerika-İsrail güdümündeki Batı'nın İran, Suriye ve diğerlerine karşı harekete geçeceği.

11 Eylül saldırılarının altıncı yıldönümü (bu yıl aynı zamanda Filistin'in BM kararıyla taksim edilmesinin de 60. yılı) şunu hatırlatmalı: Travmaya uğratılmış insanlar ıstıraplarını ve rahatsızlıklarını sessiz sedasız sineye çekmez, karşı koyar ve bunu da çoğunlukla şiddet kullanarak ve mantık sınırlarını aşarak yapar. Çağın militarizmi ve terörizmiyle mücadele edip bunları ortadan kaldırmak için önce şunu kabul etmeliyiz: Militarizm ve terörizm dünya sahnesine birer acayiplik olarak ve sebepsiz çıkmaz.

Kaynak: Radikal