Savaşı kesmeyen sözler içinden geçiyoruz. Kin yükleniyoruz gittikçe. Meydanlarda, daha fazla nasıl öldürürüz hesabı yaptıkça, küçülüyoruz, önce kendi göz bebeğimize. Savaşımızın adı yok; belki de sayısının çokluğundan tek isim bulamıyoruz.
Dünyadaki mutlu azınlığın, mutsuz çoğunluğun bir kısmını “fazla” görüp boşluğa fırlatma arzusuyla, terörün yerelden evrensele ulaşıp bir kültüre dönüştüğünü söylemek abartı sayılmaz. Yüzde yirminin doymayan iştihası ve yüzde seksenini yaşama tutunma arzusu, zengin materyaller düzeneğiyle karşılaştı.
Birinde sayısız silah ve imkan, diğerinde yeri geldiğinde bombaya dönen kuru bir can. Saldırıyı sürdürenin elinde sihirli ayna, yaptığını pembe gösteriyor dünyaya, masum ve iyilik yüklü hamle şeklinde. Medeniyet götürüyor mesela. Demokrasi, insan hakları barış hem de. Savaş olmayan yere barışı götürmek, yapacaklarını önceden beyan etmeye benziyor.
Can havliyle evini, yurdunu korumaya çalışanların yaptıkları, simsiyah bir ekranla sunuluyor. Hepsi karanlık sulara atılmaya, Akdeniz’in derin sularına gömülmeye aday.
Herkesin artık iyi teröristi var.
Yapılan eylemin sonuçları görmezden gelinerek, teröristi oluşturan şartlar söz konusu edilerek, kısmi bir mazeret ve dolayısıyla destek söz konusu. Ancak karşı terörist için aynı kriterler nedense devreye alınmıyor.
En çok da empatinin tüketildiği bir zamanda, insanın en “düşük” eylemi, üstlenebilme hamlesi ne kadar da zavallı bir durum.
İslam, adaletin olmadığı yeri zulüm diyarı olarak adlandırır. Adalet bahsedilenden çok, yaşamaya denk düşen bir durumdur. İsminin fazla zikredilmesi, yerinde olmadığına işaret eder. Tıpkı oksijen gibi, her nefes alışımızda içimize çekeriz ancak, ondan gün boyu hiç bahsetmeyiz. Günün içinde yapılan her iş, onun varlığıyla vücut bulur. Ne zaman, kısa bir an bile olsa, o aradan çekildiğinde adı zikredilmeye başlar.
Adalet, genel konumda, yerindelik durumunu ifade eder. Adalet görünürlüğe hukukla çıkar. Hukuk yazılı yasayla korunmaya alınan adalet duygusunun vücut bulma durumudur. Yazılı yasa adalet duygusundan kopuksa, kanun maddesi olarak kalır. Bu defa zulüm, kanun yoluyla resmi olarak işlenmiş olur.
Hukukun eylem odaklı ve ayrımsız uygulanmadığı yerde, insanın varlığıyla taşıdığı temel haklara müdahale edildiği yerde hukuk devletinden bahsetmek mümkün değildir. Yasaların adaletle bütünlük içinde ve fakat ayrıma tabi tutularak uygulandığı yer de adaletten nasibini alamaz.
Bütün bu varyasyonlar içinde, yaşadığımız ülkeye ve dünya baktığımızda ne görürüz?
Adaletin talep ettiği yasalar yerine, gücün çıkarını koruyan metinlerle karşılaşırız. Öyle olmadığında, ayrımcı uygulamalarla, fiili durumla aynı sonuca varıldığını görürüz. (Mesela) İkiz Kulelere yapılan saldırı sonucu Batıda ortaya çıkan uygulamalar, bunun en canlı örneğini oluşturur. Fiili durumda rafa kaldırılan hukuk, ayrımcı uygulamalar, aslında bünyede saklı duran asıl bakış açısını ve “hukuku dolanma” niyetini açığa çıkarır.
Hukuk, aslında fiili durumu karşılayan, toplumsal dengeyi korumak, suçluyu ıslah etmek adına var olması gerekir. Fiili durumlar, ayrımcı uygulamalar ve suçsuz cezalandırmalar, toplumsal muhayyilede güvensizlik oluşturur. Güvensizliğin görünürlük ifade ettiği ve toplumsal hissedişe dönüştüğü yerde, problem çözmede farklı illegal yöntemler aranır hale gelir.
Mafyanın, terör örgütlerinin ortaya çıkışında, haklının hakkını alamamasının büyük payı mevcuttur.
Hukukun görevini layıkıyla yapamaması, işleyişin mevcut sistemden kayıp tanım ve ceza anlayışı kendinden menkul, illegal grupların eline geçmesine sebep olur ki, mevcut sistemin yeni görevi, bu yapılarla da mücadele etmek olarak iki kat ağırlaşmış olur.
İster ideolojik, ister ticari örgüt olsun, hepsi de bir nevi devlet gibi kendi yapılarını önce korumaya alırlar ve bütün yargılamalarını buna göre yaparlar. Ve bu yapıların varlığı devletler tarafından görmezden gelinir, bir başka deyişle, kullanılmak için göz yumulur. Zaman zaman da iç ve dış politikalar doğrultusunda devlet tarafından görevler tevdi edilir.
Başlarında dikilen diktatörlerle kontrol edilen İslam coğrafyasındaki durum, çok farklı değildir. Kimi konularda daha yakıcı sorunlar vardır ve ayrımcılık Batıda kendi dışındaki din ve etnik kökene negatif olarak uygulanırken, kimi halkı Müslüman ülkelerde, kendi vatandaşının aleyhine olarak ayrım yapılır.
Adaletsiz bir dünyada, çarpık hukuk, ayrımcı pratikle ve güce ram olmuş uluslararası ilişkilerle terörden başka ne üretilebilir?