Seçkinler için "tehlikeler" bitmiyor; hep teyakkuz halindeler. Aynı anda hem dini tezahürler konusunda "şeriat tehlikesi" hem de Kürt sorununda "bölücülük tehlikesi" uyarıları yapıyorlar. Şimdiki zamanla barışmayı reddetikleri gibi, tarihin yeniden düşünülmesine, tarihle yüzleşilip yaraların sarılmasına da tahammül edemiyorlar.
Hep savaş istedikleri için, onların bu teyakkuz ve tahammülsüzlük halleri toplumu da geriyor. Parlamentoda, sokakta, trafikte, ailede insanlar konuşmayı, muhabbeti unutuyorlar. Gazetelerin bir zamanlar üçüncü sayfalarını işgal eden şiddet haberleri ("Adamı tanımıyordum ama bana güldü, ben de onu vurdum!", "Ben geldiğimde karım evde yoktu, gelince bıçakladım!") artık birinci sayfaya terfi ediyor.
"Gerilla" adının ve görünümünün arkasına yerleşmiş katiller minibüsleri durdurup, gözlerini kırpmadan, çoluk çocuk ayırdetmeden cinayet işliyorlar... Seçkinlerin tahammülsüzlüğü ve teyakkuzundan esinlenen çocuklar katilleşiyorlar. İşin traji-komik yanında ise, çocukluklarından katilleşerek çıkanlar 19 Ocak'tan sonra kendi kendilerine atfettikleri ve adına "türkü" dedikleri sayıklamalarda, video kliplerde pek hoşnut oldukları "kahramanlık" mertebesinden vazgeçip, mahkemelerde "suç"u birbirlerine atıyorlar: "Cinayeti işlemem için tehdit edildim. Olay günü ecstasy almıştım."
Tehlike... Paranoya... Teyakkuz... Tehdit... Kahramanlık... Kurnazlık... Sahtekarlık...
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş dönemiyle birlikte, Türkiye'de "çağdaşlaşma" adı verilen ve "Batı"nın model olarak alındığı modernleşme süreci farklı toplumsal gerilimler üretti. Bu gerilimlerin üremesinde seçkin / seçkinci zümrelerin toplum içindeki dinamikleri ve ilişkileri gözardı eden, yukarıdan aşağıya empoze edilen toplumsal mühendislik yöntemleri temel bir rol oynadı. Modernleşmeci seçkinler ve onların zihniyetinin yönlendirdiği Türk ulus-devleti, kendi meşruiyetini, "ötekiler" üzerinden kurdu. Batı'dan, özellikle Fransa'dan devşirilen, dolayısıyla yabancı olan bir "toplumsal temsil", ötekiliği "geçmiş bir tarih", "eski bir rejim", "eski yazı", "eski milletler", "eski gelenekler" üzerinden kurdu. Bu modernleşme projesi kendi çağdaşlığıunı kabul ettirmek; "yeni bir ulus", "yeni bir vatandaş", "yeni bir toplum" ve daha da önemlisi "yeni bir insan" yaratmak üzere, Anadolu topraklarında yaşamakta olan insanların sahip olduğu kültürel özellikleri, kodları unuturmak ve marjinalleştirmek için büyük çaba harcadı.
Çağdaşlaşma / Batılılaşma projesinin sahiplerine göre, Anadolu topraklarında yaşayan insanların dinleri, etnik kökenleri "kutsallaştırılan" bu yeni insan modelinin önünde engeldi. Bu engelleri ortadan kaldırmak için çok yönlü olarak yürütülen çabaların hedefleri arasında Gayrimüslimlerin (sermayelerinin mümkün olduğunca "millileştirilerek") Türkiye topraklarını terke zorlanmaları (ya da görünmez kılınmaları), en büyük etnik grup olarak Kürtlerin Türkleştirilmesi ve bunların yanısıra, ehlileştirilmiş, devlet kontroluna alınmış bir din anlayışına bağlı olarak toplumun büyük çoğunluğunun dini olan İslam'ın kamusal hayattan ve kamusal alandan uzaklaştırılması bulunuyordu.
Bunlardan birincisi başarılı oldu. Zaten Osmanlı döneminde büyük ölçüde temizlenmiş olan Gayrimüslimler, Cumhuriyet döneminde de belirli aralıklarla (Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs krizi, Azınlık Vakıfları'na ilişkin yargı kararları) uygulanan sindirme politikalarıyla yok denecek kadar azaldılar.
Bugün, projenin Kürtlerle ilgili olan kısmının çözülemediği biliniyor. Bir yandan asimilasyon politikaları bir ölçüde başarı sağlamış olsa bile, Cumhuriyet tarihi boyunca çıkan isyanlar, yaklaşık 30 yıldır varlığını şiddete dayandırarak sürdüren PKK sorunu düşünüldüğünde, "yeni kutsal insan" projesinin tüm Kürt nüfus üzerinde etkili olamadığı apaçık görülüyor. Üstelik PKK "savaşılacak" bir muhatap olarak seçilip, Kürtler muhatap alınmadıkça sorun daha gangrenleşiyor.
Toplumun dinle yaşadığı ilişkiye yapılan müdaheleler de, Kürt sorununda olduğu gibi, bir ölçüde başarılı oldu. Otoriter laiklik ve yukarıdan aşağıya tasarlanmış olan resmi din yorumu yeni yaratılmış sınıflar içinde karşılığını buldu. Ancak toplumun büyük çoğunluğu murad edilen "temsil" ile mutlak bir uyum içine girmedi. Modernleşmeci devlet "eski" olan dinden utanmayı emrederken, bu büyük çoğunluk yüzyılları aşan bir gelenekle bağlarını verili yeni koşullarda yeniden üretti. Tepkisini önceleri "isyan" gibi sert yollarla gösterirken, zaman içinde "geri çekilme", "sivil itaatsizlik" gibi yöntemlerle oyunun dışında kalarak gösterdi ya da "uyum" sağlayarak "hayatta kalma" arzusunu öne çıkardı. Fakat bütün bu tepkiler, "yukarıdan aşağıya" da olsa modernleşme dinamiklerinden bağımsız değildi. Dinlerine bağlı olan, toplumsal hayatlarını din vasıtasıyla anlamlandıran kesimler –tam da modernleşmeye bağlı olarak- kendilerini ifade etmek ve "ses"lerini duyurmak, çeşitli siyasal dalgalar altında toplumsal aktör olmak için mücadele verdiler. Dolayısıyla bu mücadele, Batı'dan adapte edilen ve kendinden başka gerçeklik tanımayan seçkinci proje için süreklilik taşıyan bir "ötekilik" ve "tehdit" söyleminin meşruiyet aracı oldu. Sonuç olarak, Gayrimüslimlerin ve Kürtlerin de yaşadığı bu ötekileştirilme ve tehdit olarak algılanma , "modernleşen" ancak aynı zamanda "modern toplumda" "dinlerine dayanarak" hayatlarını anlamlandırmaya çalışan insanlar için sürekli bir travmanın kaynağı haline geldi.
Bugüne kadar kamusal alandaki hakim modenleşmeci söylem, ne pahasına olursa olsun, kendi yorumunun dışında başka modernlik pratiklerini içine almamak üzere olağanüstü bir çaba harcadı. Kendi kutsallığını korumak üzere "savunmacı"; farklı pratikler ve hayat tecrübeleri karşısında "dışlayıcı" bir konum aldı. Bu dışlanan kesimlerin konuşma çabaları, hatta bu kesimler üzerine "izin verilen" yorumlar dışında yorum yapmak, "kutsallığın" zarar görmemesi adına gayri meşru sayıldı, yasaklandı, "ihanet"le suçlandı.
Ve artık kabak tadı verdi bu ucuz suçlamalar...
Bu nedenle, otoriter modernleşmenin ürettiği çok çeşitli kutuplaşmalar içinde eşit yurttaş olmak isteyen ancak mağdur olan geniş toplumsal kesimlerin birbirlerini duymaları, anlamaları, birbirleriyle konuşmaları, muhabbet etmeleri, bitmek tükenmek bilmeyen şu teyakkuz halinden kurtulmak için elzem oldu artık...
Kaynak: gazetem.net