Anayasa referandumu, halkın iradesinin belirleyici olduğu yeni bir döneme işaret ediyor.
Aslında yaşananlara en üst bakıştan bir ad koymak gerekirse, ülkemiz ideolojik iktidar, demokratik iktidar ikilemini aşma sürecinden geçiyor diyebiliriz. HSYK seçimleri yaşanan bu sürecin en çarpıcı örneğini oluşturuyor. Şu bir gerçektir ki, halkın önüne sandık konulduğunda tecelli eden irade, ideolojik iktidar vesayetini temsil eden yapılara derhal son vermektedir. Tek parti ve darbe dönemi iktidarlarına karşı halkın iradesinin nasıl tecelli ettiği herkesin malumudur. HSYK seçimleri de aynı doğrultuda tecelli etmiştir. Bir nevi HSYK'nın halkı olan hâkim ve savcıların ortak iradesi ile ortaya çıkan yeni yapıyı, "iktidar kendi yargısını oluşturuyor" şeklinde yaftalayanlar samimi değildir. İdeolojik iktidarı temsil eden yapıların halkın iradesine paralel bir dönüşüm geçirmeleri elbette bu ideolojik iktidar odaklarınca kabullenilemeyecektir. Bu sebeple, vesayetçi sistemin özüne dokunan anayasal, yasal ve kurumsal değişimlere, rejimi değiştirme, Cumhuriyet'i yıkma, laikliği ortadan kaldırma, kurumları yıpratma, asimetrik psikolojik savaş, karşı darbe, polis devleti, sivil dikta, sivil vesayet gibi söylemlerle direnmektedirler.
İdeolojik iktidar vesayetinin kökenleri
1932 yılı Ocak ayından itibaren üç yıl süre ile aylık olarak çıkarılan Kadro dergisinin ilk sayısının başyazısında aynen, "İnkılâp bitaraf bir nizam değildir. Onun içinde yaşayanların, taraftar olsunlar veya olmasınlar, ona intibak etmeleri lâzımdır. İnkılâp, ona taraftar olanların iradelerine, taraftar olmayanların iradelerinin, kayıtsız ve şartsız, bağlanması demektir." denilmektedir. Yine ilk sayıdaki "İnkılâbın Psikolojisi" başlıklı yazıda, "İnkılâp demek, hiç şüphesiz bir süt limanlık demek değildir. İnkılâpta çarpışan iki taraftan biri, diğerini kendi iradesine ve cebrüzor ile mahkûm kılacak, bir rejim diğer rejime, bir keyfiyet diğer keyfiyete istihale edecek, hülasa cemiyetin bütün bünyesinde bir şeyler dağılacak ve bir şeyler yeniden yapılacaktır." denilerek resmî ideolojinin jakoben ve vesayetçi karakteri açıkça ortaya konulmuştur. Halka ve halkın değerlerine bakış açısı, bu değerlerin irtica olarak nitelenmesi ve rejimin korunup kollanması gibi günümüzde de bize hiç yabancı gelmeyen her şeyi, kısaca vesayet rejiminin tohumlarını bu derginin içinde bulmak mümkündür. (Bk. Kadro Dergisi Ocak 1932 Sayı: 1) Yaşadığımız darbeler ve müdahaleler ile günümüzdeki derin yapılanmaları, Marksist teorisyenler tarafından hep bu tek parti döneminde kurgulanan ve kurumsallaştırılan resmî ideolojinin, yani ideolojik iktidarın akisleri olarak görmeliyiz.
Tek parti döneminde halkın dinî değerlerine karşı yürütülen tahribat, o dönemde ordu içindeki genç subaylardan büyük tepki görmüş ve "Biz Kurtuluş Savaşı'nı bunun için mi yaptık?" itirazları yükselmiştir. Ordudaki bu rahatsızlık, bir tehdit olarak algılanmış ve resmî ideolojiye göre endoktrine edilmiş bir ordu oluşturulması düşüncesine yol açmıştır. Paralel olarak, daha evvelce kurulmuş olan CHP'ye de, resmî ideolojinin temel ilkelerine göre endoktrine edilmiş tek parti hüviyeti kazandırılmıştır. Resmî ideoloji, ordu üst yönetimi, bürokrasi ve CHP olarak yapılandırılmış; asker-sivil bürokrasi+CHP=iktidar formülü hayata geçirilmiştir. Böylece halk ve halkın değerleri ile barışık olmayan bir ideolojik iktidar kurumlaştırılmıştır. Bireyler, toplum, yaşam tarzı, kimlikler, haklar ve özgürlükler, statüler, normlar ve kurumlar ve hatta kıyafet dahi bu ana referansa izafeten şekillendirilmiştir. Halkın, seçimden seçime ortaya koyduğu bir iradesi vardır. Bu irade, normlar ve kurumlarla, icap ettiğinde de güç kullanılarak denetlenmekte, kontrol altında tutulmaktadır.
İdeolojik iktidar odakları, vesayetlerini güvence altına almak ve devamlılığını sağlamak için 60 darbesi ile en üst norm olan yeni bir darbe anayasasını yürürlüğe koymuş, bürokratik kurumlardaki DP dönemi dejenerasyonu temizleyerek(!) bu kurumları ve yasal çerçeveyi yeniden yapılandırmıştır. 60 darbesi ile ordu, Danıştay ve bürokrasi geniş tasfiyelere maruz kalmış, Meclis kapatılmış, ordu, yargı ve yasama yeniden yapılandırılarak bu yapıya paralel anayasal ve yasal düzenlemeler getirilmiştir. 80 darbesi ile de kurumlar ve mevzuat tekrar güncellenmiştir. Darbeciler, vesayet sistemini, değiştirilmesi oldukça güç olan anayasa düzeyinde normlara bağlamışlardır. Sadece anayasa ile yetinmemişler, ideolojik iktidarın vesayetini pekiştiren hükümlerin serpiştirildiği yasalar da çıkarmışlardır. Özellikle tabii yasama organı olmayan, halk iradesini temsil etmeyen Milli Birlik Komitesi, Milli Birlik Konseyi veya 28 Şubat'ta askerî vesayet altında kurulan hükümet dönemlerinde çıkarılan yasalar, tamamen ideolojik iktidarı güvence altına alan ve devamlılığını sağlayan hükümler ihtiva etmektedir.
Halkın seçtiği iktidarlar, yasama ve yürütme işlevlerini yerine getiremeyecek şekilde normatif kurallar ve bürokratik kadrolaşma ile kuşatılmış ve denetim altına alınmıştır. Böylece, halk iradesinin örgütlenmesine değil, bir avuç oligarşik elitin örgütlenmesine dayanan otokratik bir siyasî yapı ortaya çıkmıştır. Yargı istese de hukuka uygunluk denetimi yapamaz. Çünkü, yargı nihayette pozitif hukuk normlarına göre kararlar üretecektir. Bu normlar evrensel, tabii hukuk ilkelerine dayanmadığına, resmi ideolojiye göreli olarak üretildiğine göre, yargı fiiliyatta, hukuka uygunluk değil, resmî ideolojiye uygunluk denetimi yapan bir kuruma dönüştürülmüş bulunmaktadır.
Yasama da ideolojik iktidarın özüne dokunan yasalar çıkaramaz. CHP ulusalcı sol vurgusu ile daima halkın değil bürokratik elitlerin; yani ideolojik iktidar odaklarının yanında yer almaktadır. Meclis'in yasama işlevini kilitlemektir. Bu işlevi ile CHP, ideolojik iktidarın Parlamento ayağını temsil etmektedir. Çok partili hayata geçiş ile birlikte, bir tarafta halk ve temsilcileri, öte tarafta asker-sivil bürokrasi ve CHP şeklinde bir siyasi tablo ortaya çıkmıştır. Ülke yıllarca, ideolojik iktidar-demokratik iktidar çatışmasına sahne olmuştur. Halk çeşitli provokasyonlarla, ideolojik iktidar ile demokratik iktidar arasında ikileme düşürülmüştür. Son dönemde ise, bu siyasi ikilem CHP cephesine MHP ve BDP'nin de katılımı ile yeni bir boyut kazanmıştır. Özellikle referandum sürecinde, muhalefet cephesinde CHP, MHP ve BDP'nin yer almalarını sağlayan ortak özellik, mahiyet olarak farklı da olsa, esasta sözünü ettiğimiz bu ideolojik iktidar anlayışlarındaki benzeşmedir. Son dönemdeki CHP-MHP yakınlaşması da bu ideolojik iktidar anlayışlarındaki benzeşmeden kaynaklanmaktadır.MHP, ulusalcı CHP siyasetinin milliyetçi versiyonunu temsil etmektedir. MHP, ülkeyi ve toplumu ideolojik iktidar vesayetinden kurtarma cephesinde yer almaktan ziyade, ideolojik iktidarı ve dolayısıyla da vesayeti CHP'den devralma amacı taşıyan bir görüntü sergilemektedir. MHP başörtüsü dışında vesayet sistemine karşı net bir duruş gösterememektedir. MHP, CHP'nin ideolojik iktidarının yıprandığının farkındadır ve yeni bir versiyonla bu iktidarı ele geçirmeyi düşünmektedir. BDP ise, aynı ideolojik iktidarı toplumun belli bir kesiminin etnik kimliği merkezinde kurmaya çalışmaktadır. BDP'nin taban özellikleri incelendiğinde, eski CHP tabanından intikal edenler, MHP milliyetçiliğinin etnik versiyonunu temsil eden ana taban ve kafası karışık, çeşitli provokasyonlarla etnik kimlik-muhafazakâr kimlik ikileminden kurtulamayanlardan oluştuğu görülecektir.
Demokratik iktidar- ideolojik iktidar ikilemi
Ülkemizin temel sorunu, uzun yıllar yaşadığı demokratik iktidar-ideolojik iktidar ikilemidir. Geçmişte demokratik iktidarın kaynağı olan halkın, çeşitli provokasyonlarla ideolojik iktidara destek vermesi sağlanmıştır. Ancak, özellikle 28 Şubat sürecinin halkın temel değerleri ile çatışması ve provokasyonlar karşısında zayıf düşen millete ordunun kendi bünyesinden ihraç yolu ile de olsa takviye güç göndermesi sonucu halkın ezici çoğunluğu içinde bulunduğu ikilemden kurtulmayı başarmıştır. Ancak, sözünü ettiğimiz ikilem kurumlar düzeyinde varlığını sürdürmektedir. Yine bu ikilem, anayasa ve yasalardaki vesayet hükümleri durduğu müddetçe aşılamayacaktır. Bu sebeple, TBMM bünyesinde, hukukçu ve siyaset bilimci uzmanlardan oluşan bir kurul teşkil edilerek, millî iradeyi tasallut altına alan, millî iradeye, toplumun manevî dinamiklerine, halkın temel hak ve özgürlüklerine müdahaleye yasal zemin oluşturan, hukuk devleti ilkesini devre dışı bırakan problemli yasal metinler net bir şekilde ortaya konulmalı ve tedricen hukuk sisteminden ayıklanmalıdır. Böyle sistematik bir bilinçle hareket edilmediği takdirde, milletin verdiği siyasî destek karşılığını bulamayacak ve heba edilecektir. Bu milleti temsil makamında olan her kişi ve kurum da, milletin iradesine, temel değerlerine rağmen varlığını ve meşruiyetini sürdüremeyeceğini artık görmeli, millet ile milletin değerleri ile barışmalı, geçmişte yapılan tahribatları tamir etmeye çalışmalıdır.
Kaynak: Zaman