Tel Aviv'de korku ve daraltının üstesinden gelmek

Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’e karşı Mısır’da yaşanan ayaklanma, İsrailliler arasında korku ve daraltıya (anksiyeteye) yol açıyor. İsrail’in en eski komşusu aniden eşyalarını toplayıp taşınıyor ve İsrailliler bunun sonuçlarından korkuya kapılıyorlar: Kapı komşusu yeni kiracı kim olacak? İsrail’le barış antlaşmasını sürdürecekler mi? Sınırın dibinde yeni bir İran’ın ortaya çıkmasıyla uzun zamandır unutulan Güney cephesi tekrar gündeme mi giriyor? Bekâ temelinde kurulan bir ulus için son derece üzücü sorular bunlar.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, kendisinden bekleneceği üzere, bu korkulara bilhassa da Mısır’ın İran’a dönme tehlikesine kamuoyu önünde ışık tuttu. Ancak daha iyimser bir analiz, İsrail hükümetinin Filistinlilerle veya Suriye’yle barış sürecini başlatmak için bir pencere yahut demokrasinin bölgede yayılmasını destekleme şansı gibi yeni fırsatlar bulmak amacıyla Mısır krizini yönlendirebileceğini telkin eder. İsrail’deki müesses nizâm ise şimdiye değin siper kazmayı tercih etti.

Mübarek, yaklaşık otuz yıldır İsrail jeopolitiğinin demirbaşıdır. İsrail sekiz başbakan değiştirdi, çeşitli savaşlar yaptı ve çeşitli taraflarla barış müzakereleri yaptı ve Mübarek her daim oradaydı. Bölgesel istikrarı kişileştirmiştir o.  

Mübarek İsrail’le arasındaki mesafeyi korudu elbet. Barış yapmak için Jerusalem’e gelen selefi Envar Sedat’ın aksine, İsrail’e resmi ziyaret düzenlemeyi inatla reddetti ve sadece İzak Rabin’in cenaze törenine katılmak için geldi ki “bunun bir ziyaret olmadığında” da ısrar etti. Mübarek yönetimi, İsrail’in Filistin politikalarını yüksek sesle eleştirdi ve İsrail nükleer programına karşı sonu gelmez diplomatik kampanyalar yürüttü.

Fakat İsrail liderleri, resmin genelini ilgilendiren meselelerde İsrail’in Mübarek’ten daha iyi bir müttefiki olmadığını bildikleri için bu küçük hakaretleri kabullenmeye razıydılar. Lübnan’da, Gazze’de savaşabilir, Batı Şeria’da yerleşimleri genişletebilirlerdi; ve güney cephesine kayda değer bir askeri güç tahsis etmekten kurtulmuşlardı.

Ama Mübarek yaşlandıkça İsrail liderleri de Mübarek’in halefinin kim olacağı hakkında tasalanmaya başladılar. Âşikar hassasiyetlere bakınca – İsrail, bir müttefikin yaklaşan ölümü hakkında açıktan fikir yürütemedi – bu mesele kamuoyunda veya hatta diplomatik çevrelerde nâdiren tartışıldı. İsrailli yetkililer, bu konu sorulduğu zaman da yaşlanan lider için tercih ettikleri halef olarak istihbarat şefi Ömer Süleyman’a (şimdi cumhurbaşkanı yardımcısı oldu) veya Mübarek’in oğlu ve veliahtı Cemal Mübarek’e işaret ettiler. Bu konforlu adayların alternatifleri ise İsrailli liderlerin çoğunu huzursuz etmiştir. Mübarek ve onun polis devletinin kargaşaya engel olduğuna, ortadan kaldırıldıkları takdirde İran tarzı - İsrail’in doğrudan komşusu ve Amerikan malı gelişmiş silahlarla mücehhez- bir İslam Cumhuriyeti geleceğine inandılar.

1979, İsrail’in kollektif hafızasında büyük bir stratejik dönüm noktasının nişânıdır. O zamana kadar İran, İsrail’in kilit bölgesel müttefiki ve enerji tedarikçisiydi; Mısır ise başlıca hasmıydı. Şah rejimi 1979 yılında altı hafta gibi kısa bir süre içerisinde yerini ateşli bir İsrail karşıtı olan Ayetullah Ruhullah Humeyni hâkimiyetine terk etti; ve İsrail Mısır’la barış antlaşması imzaladı. Böylelikle İran ve Mısır rolleri değiştiler; İran, İsrail’in hasmı olurken, Mısır, stratejik müttefiki ve enerji tedarikçisi oldu. Netanyahu 2010 Aralık ayında İsrailli büyükelçilere şöyle demişti: “Aramızda barış antlaşması bulunan bir ülke vardı, olağanüstü bir ‘de facto barış.’” “Liderlerle görüşmeler, güvenlik ve ekonomik işbirliği. O ülkenin ismi İran’dı. İsmi halen İran’dır.  Ve bir gün, bir gün değişti.” “Aynı şey Türkiye’yle de oldu” diye  ilave etti Netanyahu. “Bir gecede değil ama çok hızlı değişti, bizimle ilgisi olmayan iç değişiklikler dolayısıyla.” Netanyahu’ya göre alınması gereken ders, tüm ittifakların geçici olduğu ve kontrol edilemez iç kuvvetler yüzünden çökebileceği idi.

İsrail’in bölgesel bağları her daim yönetici seçkinlerle, ordu komutanlarıyla ve istihbarat câmiasıyla olmuştur. Arap dünyasındaki kamuoyu kanaati geleneksel olarak İsrail karşıtıydı. Mısır ve Ürdün’deki sivil toplum grupları, ülkelerinin İsrail’le yaptığı ilgili anlaşmaları büyük ölçüde reddetmektedirler. İsrailliler ise halklar arası temasları öyle pek umursamamıştır;  Arapça öğrenmek, komşu kültürle tanışmak için zahmet eden İsrailli sayısı çok değildir. Çoğu İsrailli, barış sürecini Avrupa ve Amerika’yla ilişkileri düzeltme aracı olarak gördü yoksa bölgesel kabul görme mecrası olarak değil.

O halde İsrail siyasi-askeri müesses nizâmının Arap demokrasisini tehlikeli bir mâcera olarak görmesinde şaşılacak hiçbir şey yoktur. Hâkim inanca göre seçim izni verilirse, Mısır halkı iktidara Müslüman Kardeşleri getirecek – ve İsrail’le barış antlaşmasını kağıt kıyma makinesine atacaktır. Hamas’ın 2006 seçimlerinde elde ettiği zafer ve müteakip Gazze hâkimiyeti, bu zihniyetin en ikna edici delilidir. İsrail liderleri, ABD Başkanı George W. Bush’un Ortadoğu’da demokratikleşmeye verdiği desteği Amerikan toyluğunun nihâi ifadesi olarak gördüler.

Netanyahu gayri demokratik ülkeler sağlam ayakkabı olmadıkları için İsrail’in onlara toprak bırakamayacağını savunarak geçmişte demokrasiyi barışın temeli olarak anmıştı. Fakat İsrail’in muhitinde gerçek bir demokrasi şansı belirince onun bu savı toprak tavizine karşı – inandırıcı değil ama - cazip bir bahane olarak yorumlandı. Ancak Netanyahu son yıllarda, Hamas’ın seçim zaferinin ardından tınısını değiştirdi. Arap demokrasisi için çağrı yapmayı bıraktı ve selefleri gibi o da diktatörleri takdir etmeyi öğrendi. Doğrusu, 2009’da tekrar makamına döndüğünde, Mübarek’e hevesli bir şekilde arkadaşça davrandı. Netanyahu ve Mübarek, İran, Gazze ve İsrail-Filistin barış müzakereleri hakkındaki endişelerini tartışmak üzere sık sık bir araya geldiler. Samimi bir aşk meselesi değildi bu: Wikileaks’in yayınladığı bir belgeye göre Mübarek, Netanyahu’yu kibar ve büyüleyici ama vaatlerini tutamayan bir kişi olarak tanımlıyordu. Ama gene de her iki lider dayanıklı olması muhtemel görünen ve iyi işleyen bir ilişki inşa ettiler. Netanyahu, dostunun iktidarda mümkün olduğunca uzun kalmasını istiyordu.

Mübarek’i handiyse devirecek olan Tunus’taki fırtına İsrail hükümetini gâfil avladı. İsrail istihbarat şefleri ve Arap uzmanları Mısır rejiminin istikrarlı olduğunu Tunuslular başlarındaki despotu devirdikten sonra bile savunmaya devam ettiler. Gerçeklik, tozpembe tahminleri süpürüp attığında Netanyahu mahsur kalan dostu Mübarek’e el vermeleri için batılı liderlere yalvardı. İlk başta dinlemediler ama birkaç gün sonra Obama yönetimi İsrail’in çağrısına kulak verip Mısır’da tedrici geçişi tercih etti.

Mübarek’i kaybetme kâbusu gerçeğe dönünce, Netanyahu Mısır’da İslamcı kontrol uyarısı yaptı. Uluslararası câmiadan her hangi bir Mısır hükümetine İsrail’le barış antlaşmasına riayet çağrısı yapmalarını talep etti. Mesajının satır araları, ABD’nin destek vaadinin değeri hakkında İsrail politikacıları arasında gitgide artan kuşkuyu yansıtıyordu. Eğer Amerika himayesi altındaki Mısır’ı yüzüstü bırakmaya istekliyse, taahhütlerine güvenilebilir miydi? İsrail’in en eski ve en güçlü barış antlaşması yani Mısırla arasında barış antlaşması bir hükümet değişimine mukavemet edemiyorsa, İsrail gelecekte buna benzer “barış için toprak” antlaşmalarını nasıl imzalayabilirdi?

Netanyahu uyarsa da müttefikin düşmana döndüğü İran olayının Mısır’da tekrarlanması muhtemel değildir. Mübarek’in halefi muhtemelen İsrail’le ittifaka soğuk duracaktır. Bir sonraki Mısır lideri, Humeyni ve Mahmuf Ahmedinejad’ın peşinden gitmek yerine Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı taklit edebilir: İsrail’le resmi ilişkileri sürdür, stratejik ittifaktan uzak dur ve İsrail’in Filistinlilere muamelesini ve güç kullanımını eleştir. Bu politika Erdoğan’a Arap kamuoyunda muazzam bir popülarite sağladı hem de İsrail’in Ankara’daki büyükelçiliği açıkken ve İsrailliler İstanbul’a serbestçe seyahat edip dururlarken.

Mısır’ın yeni liderliği bu ılımlı yola girse de İsrail zor bir güvenlik ikilemi ile karşı karşıya. Mısırlı hasmın dirilişi ihtimaline karşı büyük bir kara gücü oluşturmak hem mâliyetlidir hem de istenmeyen silahlanma yarışını başlatır. Ancak Müslüman Kardeşler Kahire’de iktidara gelirse, kara gücünü savsaklamak da riskli olabilir. Mısır mevcut güvenlik yapısına  – Sina’nın askerden arındırılması kuralına -  riayet ediyorsa da Mısır’ın davranışları konusunda İsrail’in tereddüde düşmesi, diğer cephelerde hareket serbestiyetini sınırlayacaktır. Netanyahu, başını öteki tarafa çevirdiğinde Mısırlılara güvenemeyecekse İsrail Başbakanı Menahem Begin’in 1981’de Irak’ın Osirak nükleer reaktörünü bombaladığı gibi İran nükleer tesislerini bombalayamayacaktır.

Mübarek’in ayrılışı, İsrail’i en önemli müttefikinden edecektir. Ancak bu, bölgedeki güvenilir bir istikrar sütunundan ABD’yi de mahrum edecektir. Bu dostsuz-arkadaşsız durum, Obama ve Netanyahu’yu daha yakın işbirliğine sürükleyebilir her ne kadar bu zamana dek sarsak bir ilişkileri olduysa da.

Mısır ayaklanması başka yerlerde de barış fırsatı sunmaktadır. İsrail artan diplomatik tecridinden kurtulmak istiyor; Türk müttefiki henüz geçen yıl kaybetmişken şimdi de dengede salınan Mısırlı müttefikini izliyor. Suriye ve Filistin Otoritesi’ndeki muhatapları bir sonraki halk ayaklanmasında sıra kendilerinde diye korkuyorlar. Barış antlaşmaları her iki tarafın da çıkarınadır; ilave olarak da çeşitli cephelerde çevrelenmenin önünü almak gibi stratejik bir mükâfatı da var İsrail’e.

İsrail, Filistinlilere ve Suriye’ye barış antlaşmaları teklif edebilir veya bir Filistin devletinin kurulması konusunda İsrail ve Arap dünyasına kapsamlı bir çözüm ihtiva eden 2002 Arap barış İnisiyatifine ilgi ve alâka duyabilir. Filistin devleti için ciddi bir plan teklif ederek, müzakereler yoluyla Suriye’yi İran’ın yörüngesinden çıkararak Arap sokaklarında kendisine karşı duyulan kini dağıtabilir ve aynı zamanda da Mısır’daki karışıklığın ardından Ortadoğu câmiasının yeniden inşasında rol oynayabilir.

Ama gelin görün ki İsrail’in şu an ki liderlerinin aklında böylesi fikirler yok. Mısır’daki ayaklanmaya İsrail’in içgüdüsel ve beklenen tepkisi, statükoyu alabildiğince uzun bir müddet korumaya çalışmak ve bu esnada savunma bütçesinde artış planlamaktır. Mısır ve İsrail arasındaki barış antlaşmasının son bulması veya sallantıda olması, sağcıların “Araplara güvenilmez ve Arap dünyasıyla barış imkânsızdır” savına arka çıkacaktır. Daha oturaklı bir analiz, mevcut krizi İsrail için yeni bir fırsata tahvil edebilir. Ama bu evvela Netanyahu’nun dış politikasındaki kuşatılma zihniyetinde bir değişimi zorunlu kılar.

Yazar hakkında: İsrail’de yayınlanan Ha’aretz Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

Kaynak: Foreign Affairs

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın