Tekfir Afeti

Bazı düşünce ve fetva kurumlarına yönelik bir şikâyet vardır. Şikâyetin konusu, bu kurumların, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet eden ehl-i kıpleden muhalif grupları tekfir etmede aceleci davranmasıdır.

 

Eski ve modern İslâm kültürümüz incelendiğinde tekfir probleminin ne kadar eski olduğu görülür… Aynı şekilde tekfir etmede aceleci davranmaya yönelik şikâyetlerin ve muhalifleri tekfir etmede ne kadar aşırıya gidildiğinin eski olduğu da…

 

Huccetü’l-İslâm Ebu Muhammed Gazali de (H. 450-505 – M. 1058-1111) kendi yaşadığı dönemde bu meseleden söz etmiştir. Eşarilerin önde gelen imamlarından biri olan Gazali, bazı İslâmî grupların, diğer grupları tekfir etmeye olan eğilimlerine dikkat çekerek şöyle diyor:

 

“Bazı gruplar, tekfirde öylesine aşırıya gidiyorlar ve öylesine mutaassıp davranıyorlar ki, bazı taifeler kendi grubunun dışındaki diğer bütün grupları tekfir etme noktasına ulaşıyorlar… Çünkü bütün gruplar muhaliflerini tekfir ediyorlar ve onların Hz. Peygamberi yalanladıklarını söylüyorlar.

 

Örneğin Hanbelî olan, Allah’ın arşa istiva ettiği meselesinde Hz. Peygamberi yalanladığını iddia ederek Eşarî olanı tekfir ediyor. Eşarî olan da Hanbeli olanın müşebbih olduğunu (yani Allah’ı mahlûkata benzettiğini) ve dolayısıyla Allah’ın hiçbir şeye benzemediğini haber veren Hz. Peygamberi yalanladığını iddia ederek Hanbelî’yi tekfir ediyor. Yine Eşarî olan, Allah’ın görüleceği meselesinde, aynı şekilde ilim, kudret gibi sıfatların O’na nispet edilmesi meselesinde Mutezile’nin Hz. Peygamberi yalanladığını iddia ederek onları tekfir ediyor. Mutezile ise bu sıfatların Allah’a nispet edilmesinin, tevhid konusunda Hz. Peygamberi yalanlamak olduğunu iddia ederek Eşarileri tekfir ediyor.”

 

Gazali, muhalifleri tekfir etme konusundaki bu “aşırılıkları ve taassupları” gözler önüne serdikten sonra, sadece bir grubun bütün doğrulara sahip olduğunu reddettiğini açıklıyor. Şöyle diyor:

 

“İnsafla (doğru ve adil bir şekilde) değerlendirildiğinde, hakkı (doğruyu) sadece bir görüşe özgü kılanların, küfre (kâfirliğe) ve çelişkiye daha yakın oldukları anlaşılır… Yolları farklı olsa da, ‘lâ ilâhe illallah Muhammedun resulullah’ sözüne sadakatle bağlı kaldıkları ve bu sözü bozacak bir şey yapmadıkları sürece diğer grupları tekfir etmekten ve ehl-i İslâm’a dil uzatmaktan kaçınmak gerekir. Sadece cehaletin hükmü altındaki kişiler, tekfir etmede aceleci davranma yoluna giderler…”

 

Gazali, Hz. Peygamberi yalanlamak ile –ki bu küfürdür (kafirliktir)- O’nun sözlerini tevil etmeyi (yorumlamayı) birbirinden ayırıyor. Hz. Peygamberin sözlerini Tevil edenler –biz onlardan farklı düşünsek bile- O’nu yalanlıyor değillerdir.

 

Gazali bu duruma Mutezile’yi ve Müşebbihe’yi örnek göstererek şöyle diyor: “Aralarındaki bütün farklılığa rağmen Mutezile ve Müşebbihe grupları Hz. Peygamberi tasdik ediyorlar (doğruluyorlar)… Ancak tevillerinde hata ediyorlar ki bu da içtihat alanına giriyor. Bu durumda onları tekfir etmek men edilmiştir ve bunun delili de şudur: Nass ile sadece Hz. Peygamberi yalanlayanın tekfir edileceği sabittir. Bu kimseler zaten Hz. Peygamberi yalanlamıyorlar; tevilde hata etmenin tekfir etmeyi gerektirdiği ise bizim için sabit değildir; bunun için mutlaka bir delil gerekir. Dolayısıyla “lâ ilâhe illallah” dedikleri için kesin olarak bu kimselerin masum oldukları (yani tekfir edilemeyecekleri) sonucuna varılır. Bu durumlarının ortadan kaldırılması ise ancak kesin bir delile dayanarak mümkün olur…”

 

Gazali, kesin bir delil olmadan, aceleci bir şekilde tevil etme yoluna gidenlerin tekfir edilmelerinin hata olduğundan da bahsediyor. Bu hususta şöyle diyor: “Bazı kimseler, kesin bir delil olmadan, zanna dayanarak (nassları) tevil etmede pek aceleci davranıyorlar. Ancak her durumda bu kimselerin tekfir edilmesi için acele edilmesi de gerekmiyor. Aksine bu kimselerin durumlarına bakılır; eğer tevili inanç esaslarıyla ilgili olmayan bir mesele hakkındaysa tekfir edilmezler.”

 

Sonra Gazali, tekfirin söz konusu olacağı inanç esasları ile tekfirin söz konusu olmayacağı fer’i meseleleri birbirinden ayıracak bir kural koyuyor: “Görüşler iki kısımdır; kısımlardan biri inanç esasları ile ilgilidir, diğeri ise fer’i meselelerle ilgilidir. İman esasları üçtür: Allah’a iman, Peygamberine iman ve ahiret gününe iman. Bunların dışındakiler fer’i meselelerdir. Fer’i meselelerde aslen tekfir yoktur; ancak bunun bir istisnası bulunuyor. Bu istisna, tevatür yoluyla Hz. Peygamberden geldiği bilinen dinî bir esasın inkar edilmesidir.”

 

Huccetü’l-İslâm Gazali bu nefis sözlerini, “lâ ilâhe illallah Muhammedun resulullah” diyenleri tekfir etmekten sakındırarak bitiriyor. Şöyle diyor: “Bir yol bulunabildiği müddetçe tekfirden kaçınmak zorunludur. Kıbleye yönelerek namaz kılan ve açık bir şekilde “lâ ilâhe illallah Muhammedun resulullah” diyenlerin kanlarını ve mallarını helal görmek hatadır. Bin kafiri serbest bırakmakta hata etmek, dökülmesi men edilmiş bir Müslüman’ın kanını dökmekte hata etmekten daha hafiftir.”

 

Evet, Gazali’nin bu sözleri, tekfir afetine geçit vermemek için okunup incelenmesi ve şerh edilmesi gereken sözlerdir.

 

 

Bu makale Halil Kendir tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.