Geçtiğimiz aralık ayının son haftasında Amsterdam'dan Detroit'e gitmekte olan Amerikan uçağını havaya uçurmaya yönelik başarısız eylemin ardından canlı bomba Ömer Faruk Abdulmuttalib'in Yemen'deki El Kaide kamplarında eğitim gördüğünü itiraf etmesi sonrasında; iktidarının ilk günlerinde terörle mücadelede diyalog ve işbirliğine ağırlık vereceğini belirten ABD Başkanı Obama, seçim sürecinde eleştirmekten geri durmadığı Bush politikalarına dönüş yapabileceğinin sinyallerini vermiştir.
Aslında Aden Körfezi'nin bölgenin yeni çatışma merkezi olacağı yönündeki endişeler Obama'nın parmağını Yemen'e çevirmesiyle birlikte ortaya çıkmamıştır.
Nitekim; Washington'un Yemen'deki El Kaide kamplarına yönelik acilen alternatif politikalar belirlenmesi talebine karşı Arap-İslam âleminin büyük bölümünün tepkisiz kalması, bazı Arap rejimlerinin ise bir adım ileriye giderek Beyaz Saray'a destek vermesi, ABD'nin, Ali Abdallah Saleh yönetimine El Kaide ile mücadelede kullanılması için sağladığı 150 milyon doları bulan parasal yardımı ve lojistik desteği artıracağını açıklaması, Yemen'in kuzeyinde bulunan Saada ve çevresinde yaşayan Husilerin merkezî otoriteye karşı silahlı mücadele başlatması ve daha sonra sınır ihlali gerekçesiyle Suudi Arabistan'ın bu azınlığa karşı yeni cephe açmasıyla birlikte sorunun içinden çıkılmaz bir hal alması, kuzeylilerin güney eyaletlerini sadece bir ekonomik gelir kapısı olarak görmesi, petrol zengini güneyin yatırımlardan bütçeye katkısıyla orantılı pay alamaması karşısında artan tepkinin son noktası olarak geçtiğimiz hafta sonu güneydeki siyasi parti liderlerinin sivil itaatsizlik ve genel grev çağrılarında bulunması, ilk olarak 1988 yılında Kenya'daki Amerikan elçiliğine yönelik yapılan saldırıdan çok daha önce Yemen'in en ücra güney bölgelerinde kamplaşan El Kaide'nin bu ülkede artan gücünden tedirgin olan Batı'nın bu duruma son vermek üzere askerî müdahalenin de içinde yer aldığı yeni stratejiler geliştirmek konusunda düğmeye basması, Yemen üzerinden tüm bölgeyi ateşe atacak gelişmelerin habercisi niteliğindedir.
Bu açıdan, Yemen lideri Saleh'in "El Kaide ve Husilerin silahlarını teslim etmesi karşılığında barışa hazır olduğu, aksi takdirde dünya barışı ve güvenliğini tehdit eden bu unsurlarla sonuna kadar mücadele edeceği" yönündeki açıklamasının satır araları dikkatle okunmalıdır. Zira Saleh bu sözleriyle Batı'nın müdahalesinin önünü açma pahasına da olsa otoritesini korumanın yollarını aradığını ortaya koymuştur. Önümüzdeki günlerde merak edilen başlıca husus Yemen merkezli soruna karşı çözümün Saleh yönetimi etrafında mı, yoksa 1990 öncesinde iki parça olan ülkenin bu kez Saada bölgesini katarak, Sana ve Aden ile birlikte üçe bölünmesi yönündeki planlarda mı bulunacağıdır.
kalkınmaya yönelik projeler hayata geçirilmeli
Yemen'deki gelişmelerin görüşülmesi maksadıyla 28 Ocak'ta gerçekleşmesi planlanan Londra toplantısının gündeminin bu ülkenin kalkınmasını sağlayacak politikalar yerine terörle mücadele olarak belirlenmesi aslında beklenmeyen bir durum değildir. Batı ülkeleri Yemen'e yardım etmek hususunda kararlı ise içinde bulundukları yanlıştan derhal dönmeli ve terörle mücadele konusunda askerî alternatifler dışına çıkarak bu ülkenin kalkınmasına yönelik projelerin hayata geçirilmesi yönünde önayak olmalıdır. Bu açıdan Yemen halkının huzur ve istikrara kavuşması için özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya'nın ABD'nin dümen suyundan çıkarak El Kaide ile mücadelede askerî seçeneğin ötesinde terörün beslendiği fakirlik ve sosyal adaletsizliği sona erdirecek çözümlere ağırlık vermeleri ve bu bağlamda Sana'daki elçiliklerini kapatmak gibi hayal kırıklığına neden olan kararlarından vazgeçmeleri şarttır.
Özellikle, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'un "Yemen'deki istikrarsızlık bölgesel istikrarı ve hatta dünyanın güvenliğini tehdit ediyor. Katar ve diğer ülkelerle güvenlik kaygılarını gidermenin yollarını bulmaya çalışıyoruz. Bunun kolay bir iş olmadığını biliyoruz, fakat bu zor sorunu çözmemiz gerektiğine inanıyoruz." söylemi tedvil adı altında Lübnan ile başlayan, Pakistan, Afganistan ve Somali'deki krizleri uluslararasılaştırarak denetimi altına almak yönündeki hamlelerin yeni hedefinin Yemen olduğunu ortaya koymuştur. Bununla birlikte Clinton'un Alman meslektaşı Guido Westerwelle'nin "İstikrarlı bir Yemen bizim çıkarlarımız açısından çok büyük önem taşımaktadır. Yemen, teröristlerin saklanmak için kullandığı bir barınak haline gelmemelidir. Bu nedenle Avrupa'da en fazla kalkınma yardımını yapan ülke olarak konuyla yakından ilgiliyiz ve ülkenin istikrarı için uluslararası çabaları destekliyoruz." sözlerine kulak vermesi sorunun gerçek anlamda çözümündeki yolu görmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.
Her şeye rağmen cevabı merak edilen soruların başında Batı'nın reçetelerinin hedefinde El Kaide kangrenine karşı bir çözümün mü olduğu yoksa Yemen halkını komaya sokmanın mı hedeflendiği gelmektedir. Ancak bundan da önemlisi önümüzdeki günlerde El Kaide'nin mi Batı'yı Yemen tuzağına çektiği, yoksa Batı'nın mı El Kaide'yi bahane ederek Yemen üzerinden stratejik yolları kontrolüne almayı planladığı görülecektir.
Dünya kamuoyu bu gelişmeleri tartışırken Türkiye son derece dikkatli davranmak zorundadır. İlk olarak ülkemiz Somali açıklarında bulunan NATO gücünün Yemen'de sıcak çatışmaya sokulması yönündeki planların dışında kalmalı, tıpkı Afganistan'da olduğu gibi muharip güç göndermek yerine bu ülkenin ekonomik ve sosyal kalkınması yönünde yardım etmeyi tercih etmelidir.
Sonuç itibarıyla sorun her ne kadar Batı'yı da ilgilendirmekteyse de sorunun çözümünde asıl muhataplar Yemen'in kurucu üyesi olduğu Arap Birliği Teşkilatı, 1969'da katıldığı İslam Konferansı ve ekonomik durum ile kişi başına düşen milli gelir gibi göstergelerine bakmaksızın 2009 yılında bu ülkeyi kabul eden Körfez İşbirliği Konseyi'dir. Bu üç kuruluşta aktif olan ve aynı zamanda bölgenin önde gelen ülkeleri olan Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır ivedi olarak Yemen merkezli bir bölgesel toplantı düzenleyip, acilen bir ateşkes ve ulusal uzlaşı sağlanması için çaba göstermeli ve bu ülkenin kalkınmasına hizmet etmek üzere bir fon kurmanın yollarını aramalıdır. Böylesi bir çözüm Batı'nın suni ve askerî arayışlarından çok daha gerçekçi olacaktır.
Kaynak: Zaman