Tarihe takılıp kalmakla tarihi yok sayanlar birbirinin negatifi gibidir. Tarihe takılıp kalanlar tarihin gelecek tasavvurumuzu şekillendirdiğinin bilincinde değildir. Tarihi yok saymak, bir tür hafızasızlıkla maluldür. "Bir iç deniz gibi" içe kıvrıktır. Kokuşmaya mahkum durağan su gibidir.
Abdülmecid'in ölümünün 150. yılı nedeniyle başlayan tarih tartışmaları, daha doğrusu tarihle kurduğumuz ilişkiyi deşifre eden tartışmalar tam da yaşadığımız zihin travmasını yansıtıyor. Aslında bu bir medeniyet travmasıdır ve toplumsal şizofreninin de kaynağıdır.
Bir Osmanlı padişahının ölümünün 150. yılı vesile edilerek o dönemin toplumsal siyasal yapısına dair bilimsel tartışma yapılması dünyanın aklı başında hiç bir ülkesinde sorun olmazdı. Üstelik Orta Asya'dan Avrupa'ya son bin yıllık süreçte kurulan birkaç imparatorluktan birinin varisi olan bir toplumda bunun siyasi kriz yapılması düşünülemez bile.
Ne var ki CHP'nin temsil ettiği 'tarihsizlikle malul' bir aydınlar kesimine sahibiz. Ortak tarih; zaferlerin olduğu kadar hüzünlerin, yenilgilerin de tarihidir. Bu açıdan tarihle yüzleşmekten çok hazır şablonların kullanıldığı, tarihin politize edildiği bir zihniyet yapısı Cumhuriyet'in modernleşmeci kadrolarında hakim görünüyor.
Bu tarihsizlik bizzat Cumhuriyet'in kendine bakışına yansır. Söz gelimi Osmanlıyı her anlamda tarihin hiçliğine gönderip, adeta hafızasız bir devlet ve ulus çıkarma iddiasındaki söylem en basit tarihsel kronolojiyi bile yok sayar. Mesela milli mücadeleyi veren, hatta Çanakkale zaferini kazanan, Cumhuriyet'i kuran kadrolar sanki 1919 da her biri yetişkin kahramanlar olarak doğmuş figürlerdir adeta. Sanki askerler başta olmak üzere bu kadrolar Osmanlı eğitim sisteminin, toplumsal ve siyasal yapısının bir sonucu değillermiş gibi algılanır.
Benzer durum tarihe sahip çıkmak, Osmanlıyı yüceltmek adına geliştirilen söylem için de söz konusu. Ortaya konan modernleşme projesinin uygulamalarına karşı çıkarken tarihe sığınanlar da bu uygulamaların tarihteki kaynaklarını yok sayabilirler rahatlıkla. Osmanlıda başlayan Batılılaşma çabalarının, her ne kadar Cumhuriyet dönemindeki uygulamalar gibi radikal bir kopuş anlamına gelmese de, kendi döneminde derin sarsıntılara neden olduğu unutulmamalı. Düşünelim ki, Batıcı uygulamalarından dolayı daha 19. yüzyıl başlarında Müslüman halk, halife sultana "gâvur padişah" sıfatını layık görebilmişti.
Herhalde Abdülmecid tartışması zihinsel sefaletimizin tam odağında duruyor. Batılılaşmayı medeniyetin kıblesi gören aydınlara, Abdülmecid'in attığı "yenileşme" adımları olmasaydı Cumhuriyet'e giden süreç gerçekleşir miydi sormalı. Ya da Batılılaşmaya karşı çıkarken Osmanlıyı tümüyle idealleştirenler, Abdülmecid döneminde Tanzimat'tan Islahat'a uzanan Batılılaşma hareketini nasıl yorumlayacaklar?