Tarihî misyon


Batı'da insan olmak demek, azmanlaşmış, duyarsızlaşmış, vicdansızlaşmış sekülerizm ve ileri kapitalizm çağında bir parça sosyalist, bir parça da Hıristiyan olmak demektir. Batılı insan, eğer bir parça sosyalist ve bir parça da Hıristiyan damarı yoksa, insanî özelliklerini yitirir. Burada, laf olsun diye “hıristiyan” ya da “sosyalist” olmaktan sözetmiyorum; hıristiyanlığı ve sosyalistlizmi sindirmekten, içselleştirmekten sözediyorum.

Söylemek istediğim şeyi İngiltere'den örnek vererek anlatayım. Margaret Thatcher'ın işbaşına gelmesiyle İngiltere, büyük bir sıçrama yapma ivmesi ve imkânı yakaladı. Ve bu ivmeyi ve imkânı gerçeğe dönüştürmeyi başardı Thatcher İngiltere'si.

Ardından Tony Blair geldi. Ve bir rüzgâr gibi geçti gitti: Blair, İngiliz ekonomisini ayağa kaldıracak, Londra'yı Avrupa'nın finans merkezi hâline getirecek Thatcher İngiltere'sinin estirdiği havayı tastamam bir rüzgâra dönüştürdü ve İngiltere'ye, deyim yerindeyse “çağ atlattı”.

Eğer Thatcher ile Blair bir hava yakalayıp da bu havayı rüzgâra dönüştürecek adımlar atmamış olsalardı, bugün İngiltere, yerlerde sürünüyor olacaktı.

Thatcher, uyguladığı sosyo-ekonomik politikalarla bir parça “sosyalist”ti; Tony Blair ise bir parça “Hıristiyan”dı. O yüzden İngiltere'ye rahat nefes aldırabildiler. Kapitalizmin en azman seküler ve neo-liberal dünyasının yeniden-kurucuları oldukları için, aynı şeyi İngiltere dışına taşıramadılar. Böyle bir şey zaten mümkün olmadı hiç bir zaman. Çünkü Batılılar, modern tarihleri boyunca sadece Batı-ve-beyaz-ırk merkezli hareket ettiler ve ediyorlar sürekli olarak.

Son olarak dikkat çekmek istediğim bir nokta var Tony Blair faslında: Tony Blair, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek Irak politikaları ve yalanları nedeniyle İngiltere'nin ekonomik, siyasî ve stratejik bir sıçrama yaşamasını sağladı. Irak politikaları nedeniyle İngiltere'de de yoğun eleştiri bombardımanına katlanmayı göze aldı ve tipik bir İngiliz gibi hareket ederek İngiltere (ve bu arada Yahudiler ve neo-con'lar) için çalıştığını ispatlayarak İngiltere'nin bir dünya gücü olma iddiasını sürdürmesini sağladı.

Thatcher'ın bir parça “sosyalist” olmasının, Blair'inse bir parça “Hıristiyan” olmasının çok önemli ve vazgeçilmez bir nedeni vardı: Hıristiyanlık da, sosyalizm de İngiltere'nin hem uzak, hem de yakın geçmişinde derin izler bırakmış köklü dinamikleriydi. İngiltere'nin hem toparlanabilmesi, hem de tarihî bir sıçrama yapabilmesi ancak bu dinamikleri harekete geçirebilmesiyle mümkündü. Bu, İngilizler için tarihî bir misyondu. İngilizler, son çeyrek asırda bu gerçeği içselleştirdikleri için bu tarihî misyonu harekete geçirebilecek bir irade ve idare pratiği ortaya koymayı başardılar.

Bu tarihî misyon, İngilizlerin İngiliz toplumu için dün gördükleri “emperyal” rüyaları bugün de değişen dünya şartlarında görebilmelerini, yaşatmalarını ve harekete geçirmelerini mümkün kılabiliyor.

Peki aynı şeyleri Türkiye için söyleyebilir miyiz? Türkiye'nin tarihî bir misyonu var mı? Eğer varsa bu misyonun Türk entelijansiyası ve elitokrasisi bu tarihî misyonun ne kadar farkındalar ve bu misyonu hayata ve harekete geçebilecek rüyalar görebiliyorlar mı?

Sözgelişi, Türkiye'nin tarihî misyonu laiklik olabilir mi? Laiklik misyonu, Türkiye'nin büyük rüyalar görmesini mümkün kılacak bir misyon mudur; yoksa böylesi bir misyonu engelleyecek ve zamanla büsbütün iptal edecek bir misyon mu?

Tam bu noktada, herkesin mutlaka sorması ve üzerinde kafa yorması gerektiğini düşündüğüm asıl yakıcı soru şu: Türkiye'deki laik elitlerin, Türkiye'yi germekten, Türkiye'nin önünü tıkamaktan, yalnızca Batılı hegemonların bölgemiz ve dünya üzerindeki hâkimiyetlerini pekiştirmekten, dolayısıyla bu ülkenin tarihî misyonunu unutturarak bu milleti durdurmaktan ve tarihte tatile çıkarmaktan başka hiç bir işe yaramadığı ispatlanan laiklik misyonu ve misyonerliğinden başka bir misyonu, iddiası ve projesi var mı? Türkiye'deki diğer İslâmcı, Türkçü, liberal siyasî, ekonomik ve entellektüel aktörlerin Türkiye'nin önünü açacak, Türkiye'nin sıçrama gerçekleştirmesine yol açacak büyük projeleri var mı gerçekten?

Gördüğünüz gibi, bırakınız büyük bir tarihî misyonu üstlenebilmeyi, böyle bir misyonu harekete geçirebilecek cevaplar üretebilmeyi, en temel soruları bile sorabilmiş değiliz henüz.

Kaynak: Yeni Şafak