Türkiye'nin değil yalnızca kendi çıkarlarını düşünen okumuş-yazmış statükocu bazı çevreleri, Arınç'ı topa tutmakta gecikmediler. Onlara göre, askerî bir darbe'den, askerî muhtıralardan sözetmek meşrûdur da, milletin, iradesinin ipotek altına alınmasına karşı ihtarda bulunması gayr-ı meşrûdur.
Batı medyasının seçim sonuçlarına ilişkin ortak değerlendirme şöyle oldu: “AKP'nin, seçmenin yarıya yakınının oyunu alarak iktidarını güçlendirmesi, yakın Türkiye tarihinde, Cumhuriyet'in kurulmasından sonraki en kritik hâdisedir. Bu sonuçlar, bir yandan, AKP'nin zaferiyle birlikte, Türkiye'deki laik çevrelerin laikliğin tehlikede olduğu fikrinin doğru olmadığının kanıtlamış, öte yandan da, her ne kadar Başbakan, laikliğin koruyucusu olacağız yönünde açıklama yapmış olsa da, Türkiye'de İslâm'ın rolünün artık tartışılmaz bir şekilde perçinlendiğini göstermiştir.”
CNN de, BBC de, New York Times, London Times ve The Guardian gazeteleri de, seçimlerin, Türkiye'de bundan sonraki süreçte, laikliğin ve İslâm'ın konumunda önemli değişiklikler yaşanmasına yol açacağına vurgu yapıyorlar.
Batı medyasındaki bu tür yorumlardan Batılıların AKP'yi destekledikleri sonucunu çıkarmak yanlış olur. Batılılar, halkın iradesini AKP'nin temsil ettiğini görüyorlar ve o yüzden AKP ile ilişki kurmaya mecbur ve mahkûmlar.
Batılıların tek derdi var: Türkiye'nin yeniden İslâmî bir yörüngeye kaymaması, medeniyet iddiasına soyunmaya kalkışmaması. Türkiye'deki ulusalcı / laik çevreler de aynı kaygıyla hareket etmiyorlar mı? O hâlde bunların, ulusalcılıkları, ne anlam ifade ediyor öyleyse?
“Çatışma çıkar” diyerek milleti tehdit eden, ülkede fiilen ipleri ellerinde tutan laik ulusalcıların Türkiye'nin ve milletin değil, öncelikli olarak kendi çıkarlarının zedelenmesinden korkmaları anlamına geliyor bu.
Özetle, Batılılar, Türkiye'de esas itibariyle AKP'yi değil, Türkiye'nin İslâmî bir medeniyet iddiasını yeniden sahiplenmesini önlemek amacıyla laik aktörleri destekliyorlar. Çünkü Batılılar, Türkiye'nin durdurulmasının yolunun buradan geçtiğini çok iyi biliyorlar.
22 Temmuz seçimleri, Türkiye'nin hiç de durmak niyetinde olmadığını göstermiştir. Türkiye, AKP iktidarıyla, AB'ye ve ABD'ye mahkûm olmadığını; aksine, AB'nin ve ABD'nin Türkiye'ye mahkûm ve mecbur olduğunu gösterecek bazı önemli adımlar atmıştır. Bunun son örneği, seçimlerden hemen önce İran'la yapılan gaz anlaşmasıdır.
Türkiye, tarihî bir dönüşümün eşiğindedir. Önümüzdeki dönemde, AKP, bu tarihî dönüşümü gerçekleştirme sınavı ile karşı karşıyadır. AKP'nin seçimlerden büyük bir zaferle çıkmasının en önemli nedenlerinden biri, kanımca, AKP liderliğinin Türkiye'nin ABD, AB ve İsrail tarafından kuşatıldığı; Türkiye'de uygulanan “totaliter laiklik” politikalarının ülkedeki İslâmî duyarlığı aşındırdığı ve bunun kaçınılmaz olarak ülkenin bölünmenin eşiğine sürüklenmesine yol açacak kadar etnik kimlikleri azmanlaştırdığı konusunda Türkiye'deki sivil-askerî bürokrasiyi (gerçek iktidarı) ikna etmiş olmasıdır.
Genelde Türkiye, özelde AKP iktidarı tarihî bir sınavla karşı karşıyadır: Türkiye, ABD ve AB ile ilişkilerini koparmadan bölge ülkeleriyle ilişkilerini kültürel, ekonomik, siyasî, askerî ve stratejik alanlarda maksimum düzeye çıkarmadığı; arabesk ve eurobesk veya top ile pop kültürü arasında yuvarlanan genç kuşakların İslâmî iddialara, ideallere ve rüyalara sahip olmasını sağlayabilecek şekilde eğitim sistemini silbaştan kendi kültür ve medeniyet temellerimiz üzerinde yeniden yapılandırmadığı; bunun için de, ülkede atanmışların değil, halkın iradesini hâkim kılacak yeni bir sivil anayasa yapılamadığı sürece bu sınavı topyekûn kaybetmiş olacağımızı hatırlatmak isterim. Ne yapıp edip Türkiye'nin yeni bir medeniyet iddiasına soyunabilmesi ve önümüzdeki 50 yılda yepyeni bir dünyanın kurulabilmesi sürecinde üzerimize düşen tarihî rolü ve misyonu hakkıyla oynamanın yollarını bularak bu tarihî dönüşüm sınavını kazanmak zorundayız.
Kaynak: Yeni Şafak