Tanzimat açılımı güçlü sadrazam Reşid Paşa'yı bile korkutmuştu

Osmanlı tarihi boyunca değişim ve modernleşme eğiliminin temsilcisi, bu yönde gerek talep gerekse eylemin odağı saray oldu. Ancak çok sayıda padişah, sadrazam ve vezirin hayatı bahasına gerçekleştirilebildi yenileşme. Genç Osman, 3. Selim bu uğurda katledildi, 2. Mahmud'un adı 'Gâvur Padişah'a çıktı... 17 yaşında tahta çıkan Sultan Abdülmecid Tanzimat Fermanı'nı tasdik ettiğinde saray da padişahı bu yola sevk ve teşvik eden sadrazam Mustafa Reşid Paşa da korku içindeydi.

Bugünün gündeminin ilk sırasında aylardır dilimizden düşmeyen tek bir sözcük var: Açılım! Hükümet her zamanki aculluğuyla kendi ayağına çelme takarcasına meselenin 'Kürt açılımı' noktasından başlamasına sebep olsa da girilen süreç demokratikleşme yolunda tarihi bir dönüm noktası. Ve çıkacak zorlukların henüz sadece işareti var. Atılacak adımların içeriği açıklandıktan sonra siyaset ne yöne akar bilinmez. Şimdilik eldeki veri Başbakanın 'Ne bahasına olursa olsun' sözü.

Tanzimat'ın ilanı gecesi
Osmanlı asırları içinde ilk keskin dönemeç olan Tanzimat'la kıyaslandığında bugün sancı tahammül edilebilir boyutta şüphesiz.
Pek çok bakımdan 'batılılaşma' olarak isimlendirilen süreci başlatan Tanzimat'ın 'Bizi biz olmaktan çıkardığı'nı; meselenin gerçek mahiyetini hükümdara tam olarak izah etmemek suretiyle Mustafa Reşid Paşa'nın saltanat makamını oyuna getirildiğini savunan 'muhafazakâr' yoruma itibar edilemez. Tanzimat konusunda 17 yaşında tahta çıkan Sultan Abdülmecid'in 'gençliğine kurban gittiği iddiası safsatadır. Zira Sultan Abdülmecid'in değişim yolunda ilham aldığı kişi 31 sene Osmanlı tahtında kalan babası 2. Mahmud'tur. Ve gerçeği söylemek lazımsa sadece Yeniçeri ocağını tarihten silmek suretiyle değişimin önündeki en büyük engeli ortadan kaldırmış olması dahi onu projenin gerçek mimarı olarak görmeye kâfidir.
Bilinen 1839 senesinin Temmuz ayında tahta çıkan Abdülmecid'in babasının vasiyetine uyarak herkesten gizli Mustafa Reşid Paşa'yla üç ay baş başa vererek çalıştığı. Rivayet edilir ki sadrazam Koca Hüsrev Mehmed Paşa dahi sadarete sunulana kadar bu çalışmadan habersizdir. Sözünü ettiğimiz tarihte Mustafa Reşid Paşa Hariciye Nazırlığı görevi uhdesinde olmak üzere imparatorluğun Londra elçisidir. 2. Mahmud'un vefatını haber aldıktan sonra Ağustos ayı başında İstanbul'a gelen Reşid Paşa'nın genç padişahla pek çok defa baş başa görüşmesiyle ortaya çıkan belgedir Gülhane Hattı Hümayunu. İsmail Hami Danişmend'e göre 2. Mahmud'un sağlığında başlatılmış bir çalışma vardır bu yolda ve onun oluşturduğu heyet belgenin ana hatlarını hazırlamış olup Reşid Paşa Avrupa'nın beklentileri istikametinde bazı eklemeler yapmak metne son şeklini vermek için çalışmıştır.
Buna rağmen Osmanlı bürokrasisine statükonun devamından yana olanların hakim olduğu ortamda fermanın okunması o gün Gülhane Meydanı'nda hem de kürsünün yanında olan Vak'anüvis Lütfi'ye göre 'cesaret işi'dir. Lütfi 'Şu hikayeyi buraya kaydedeyim' diyerek fermanın okunmasından önceki son geceye dair işittiği bir hadiseyi durumun ne kadar kritik olduğunu izah için nakleder:
"Reşid Paşa dairesi kethüdası Topçubaşı-zade Salih Bey ki muahharen (= daha sonra) vezir olmuş idi. Bu zatden mesmudur ki (= bu kişiden işittim) dairece mühim bir işin ifadesi için haftalarca bir vakt-i müsaid bulup da reşid Paşa'ya ifadeden aciz kalıp bir akşam Paşa mutadı olduğu üzere nıfs-ul leylden sonra (= gecenin bir yarısında) Harem dairesine gidinceye kadar bekleyip şamdanla Paşa mabeyn kapısını açmaktayken kethüda yanına sokularak meramını ifade için hareket eder etmez ' Efendim, sen ne efkardasın, ben ne haldeyim? Ben yarınki gün bir mehlikedeyim ki (= tehlikenin eşiğindeyim ki ) akşama sağ çıkacağımdan ümidim yoktur' diyerek içeriye girerek kapıyı kapatıp gitmiştir.

Husumetle çevrili olmak
Ertesi gün ferman okundu, Reşid Paşa sağ- salim çalışmaya devam etti. Ancak fısıltı gazetesi halkın gözünde alabildiğine hırpaladı Reşid Paşa'yı. Onun vekiller heyetinde Tanzimat Fermanı'nı açıklar ve savunurken azınlıkların Müslüman ahali elinde çok eziyet çektiğini anlatıp ' Şimdi ceza vakti geldi' dediği söylenmeye başladı. Tellalların 'Bundan böyle gavura gavur denmeyecek' diye özetlediği söylenen Tanzimat için Mustafa Reşid Paşa bir anıt yapılmasını düşünmüş hatta bunu projelendirmişti. Ama oluşan olumsuz hava dolayısıyla bu anıtın inşasından da vazgeçildi.
Söz konusu tarihte İstanbul'un başındaki en büyük dert olan Mısır meselesinin Tanzimat'ın sağladığı olumlu hava dolayısıyla Avrupa'nın desteğiyle ötelenmiş olmasını dahi muhaliflere anlatmakta zorlandı Reşid Paşa.. Sadece onunla da kalmadı husumet halkasının içine alınanlar.. Reşid Paşa ekibine mensup Ali Paşa ve Fuad Paşa da pay aldılar bu öfkeden. 'Üç Paşalar' denilen triumviranın arada sık sık yer değiştirmek, hatta rakip hali-ne gelmek suretiyle devam eden iktidarları 1856'da Osmanlı'yı 'Avrupa hukukuna dahil devlet' statüsüne yükseltti, pek çok yeni kurumun temelinin atılmasını sağladı ama bunların hiç biri kendilerine duyulan öfkeyi yatıştırmadı. Dört defa hariciye hazırlığına, altı defa sadrazamlığa atanan Reşid Paşa onca meziyeti yanında sadaret makamını muhafaza konusunda zaaf içindeydi. 1858'de 58 yaşında Emirgan'daki yalısında vefat ettiğinde çevre-sinde pek fazla insan yoktu. Yetişmelerini sağladığı Ali Paşa ve Fuad Paşa'yla da arası 'makamında gözleri olduğu' düşüncesiyle açılmıştı. Onun devleti yenileşme süreci tamamlanmadığı için hazır olunmayan silahlı kapışmalardan uzak tutma siyaseti ve padişahın yetki alanını zaman içinde daraltıp meşruti idareye geçişin zeminini hazırlamış olması ancak yıllar sonra hatırlandı. 

Çerçeve

Sel tehdidi ve Osmanlı şehirciliği

Osmanlı yönetimi asırlar boyu İstanbul açısından selden ziyade deprem tehdidini önemsedi. Ve şehrin gelişme yönünü belirleyen sınırlamalarda öncelikli kriter bu oldu. Ancak sel tehlikesi de büsbütün göz ardı edilmedi. Bu nedenle çoğunlukla bostan bölgeleri olarak görülen dere yataklarında yapılanmaya, yerleşime izin verilmedi. 3. Ahmed zamanında Kâğıthane Deresi çevresinde şekillenen Sadabad'ta saray ve kasırlar inşa edilirken dere yatağı muhtemel taşkın hesabına göre ıslah edilmişti. Kavak ve karaağaç gibi derine kök salıp fazla su emen ağaçlarla yeşillendirilen bölge bundan sonra 28. Çelebi Mehmet Efendi'nin Paris'ten getirdiği Versay Sarayı bahçe ve köşk planlarına uygun saray/kasırlar inşa edildi. Bitki kuşağı ve şelalelerle süslü mermer kanalın gerisine yapılandırıldığı için taşkınlara dayanan Sadabad devrin idaresine öfke patlamasının yansıması olan Patrona Halil isyanına teslim olana kadar İstanbul'un süsü olmaya devam etti.
Ayni süre zarfında yani 18 yüzyılda İstanbul defalarca sel baskınına maruz kaldı. Aşırı yağış çoğu zaman özellikle düz ya da çukurda kalan sahile yakın semtlerde hayatı etkiliyordu.. Böyle durumlarda ulaşım felç haline gelir, hamallar insanları büyük su birikintileri oluşan yerlerde karşıdan karşıya geçirmeyi iş edinirlerdi.

 

Kaynak: Radikal