Talepleri doğru anlamak

DTP milletvekili Tuğluk'un yazısını bağlarken kullandığı formülü ("Formülümüz gayet açık" diyordu), yani "Ne kadar özgürlük, o kadar güvenlik!" formülünü esas alan bir politikanın, her şeyden önce "politika" adını hak etmediğini söylemiştim.

Kimseye söylemediği sözleri mal etmek istemem ama sormadan da olmaz herhalde: "Kürt sorununun geleceği" üzerine yazan DTP milletvekili, Kürtlerin "kimliksel-kültürel talepler"i "siyasal ve anayasal" bir çerçevede karşılanmadığı sürece (yani bu "özgürlükler" tanınmadığı sürece) ülkede "güvenlik"ten söz etmenin abes kaçacağını mı hatırlatıyordu acaba?

Bilmiyorum; durum inşallah böyle değildir. Çünkü şiddeti benimseyen bir hareketin "özgürlük"ü ve beraberinde buna denk düşen bir "güvenlik"i getirdiği görülmüş bir şey değildir... "Şiddet" her durumda bir "araç" olmanın ötesine gidemiyorsa bu böyledir. Filozofun "Şiddet iktidarı yıkabilir ama kuramaz" demesi boşuna değil...

Bu gözlemi yaparken kendimi DTP'yi "Hadi terörist de!" diye sıkıştıranların arasında görmediğimi hatırlatmaya gerek yok herhalde. Bu ısrar karşısında Ahmet Türk'ün "'Gelin şunu yapın, şunu söyleyin' mantığıyla hareket ederseniz, bizim ne misyonumuzun bir önemi kalır ne de etkinliğimizin bir önemi kalır" demesini yerinde bulanlar arasında ben de varım. Ama bu siyasal partinin silahlı bir hareket olan PKK'ya ilişkin "terörist" dememekten başka ortaya koyacak bir tavrı yok mu? Tamam "terörist" demesin ama Kürt sorununun çözümünde, özellikle bugün gelinen noktada, şiddet kullanımının hiçbir şeye yaramayacağını nedenleri ile ortaya koyamaz mı?

Başbakan'ın daha dün "Dağı terk edecek, bunu başardığı anda, bu kararı verebildiği anda ben inanıyorum ki, ülkemizde onlar da aileleriyle birlikte huzuru yakalayacak" dediği bir dönemde yaşamıyor muyuz?

Diyarbakır Cezaevi (ve benzerleri) nihayet geride kalmadı mı? "Düşük yoğunluklu çatışmalar"da kaybedilen insan sayısı –son günlerin büyük kayıpları dışında- geride kalan onyılların kayıplarına kıyasla çok azalmadı mı? Köylerin boşaltılması, ormanların yakılması, insanların topraklarını terketmeye zorlanması durmadı mı? Bir zamanlar şehirlerde güpegündüz gerçekleşen sivillere yönelik infazlar, "faili meçhuller"? Bugün aynı yerde miyiz? Kürt kimliği ve kültürünün kendisini özgürce ifade edebilmesi yolunda az yol mu alındı?

Bütün bu ve benzeri olumlu gelişmelerin bize "Daha çok eksik var ama iyimser olmamız için de nedenlerimiz yok değil" dedirtmesi gerekmez mi?

Ayrıca unutmayalım ki, bu olumlu noktalara "silah zoruyla" gelmedik.

İnsan haklarına ilişkin olumlu düzenlemeleri PKK'nın silahlı mücadelesi koparıp almadı iktidarların elinden. Tam tersine, bu silahlı hareket olmasaydı ülke bugün mutlaka çok daha iyi yerlerde olacaktı. Olumlu gelişmelerin nedeni tabii ki, nihayet Türkiye'nin de her şeyi ile "içine kapalı" bir ülke olarak kalamayacağının yurttaşlarının büyük kısmı tarafından anlaşılmasıydı.

Yazıyı, Aysel Tuğluk'un "Ne kadar özgürlük, o kadar güvenlik!" formülünün -bir anlamda- "çürütülmesi" olarak değerlendirdiğim bir alıntıyla bitireyim. Bir başka Kürt yazarın, Orhan Miroğlu'nun sözleriyle:

"Öte yandan, AB'ye üye olmayı hedefleyen Türkiye'de, kültürel ve siyasal haklar talep etmek için, niçin silahlı mücadele etmek, kan dökmek gereksin sorusunun Kürtler arasında makul bir cevabı yok hâlâ..."

 

Kaynak: Yeni Şafak