Tahran-Washington güreşine Türk hakem lazım

Türkiye'ye son birkaç yıldır 'arabulucu' sıfatı yapıştırılmış durumda. Türk nüfuzu gücünü sadece, İsrail-Arap çekişmesinde, Filistinlilerle Araplar arasında, Pakistan, Afganistan ve Pakistan içindeki birçok sorundaki arabuluculuk rolünden alıyor gibi görüldü. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Tahran ziyaretiyle birlikte, Türkiye'nin yeni Amerikan yönetimiyle İran arasında arabuluculuk rolüne dair sözler tekrar gündeme geldi.

Bu haber aslında yeni değil. Zira Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan İran'ın bu yöndeki talebinden bahsetmişti. Türkiye'nin arabuluculuk rolüne dair konuşmalar, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın Gül'ün Tahran ziyareti öncesi gerçekleştirdiği Ankara ziyareti ve Gül'ün ziyaretini dikkatle takip edeceği yönündeki sözleriyle yoğunluk kazanmıştı.

Gül ziyaret öncesi İranlı liderlere ABD'den doğrudan mesaj taşımadığını teyit etmişti. Gül özellikle de dini lider Ayetullah Hamaney'le yaptığı görüşmelerde, ABD yönetiminin diyalog eğilimini ifade etmekle yetindi ve İranlılara bu eğilimin ciddi olması nedeniyle çağrıya yanıt vermelerini öğütledi.

Hamaney Gül'ü dikkatle dinledi ve ABD'nin sözlerini fiilen desteklemesi gerektiği yanıtını verdi. Hamaney Türk arabuluculuğuna karşılık vermedi, ancak reddetmedi de... Fakat Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ın sözleri Türk heyetinin başına yıldırım gibi düştü. Ahmedinecad Obama yönetiminin davranışlarına adalet ve dürüstlük hâkim olursa Türk arabuluculuğuna gerek kalmayacağını belirtti. İran Cumhurbaşkanı, Gül daha Tahran'dan ayrılmadan Türk çabalarını reddetmişti.

Bununla birlikte, arabuluculuğun reddedilmesi Ankara'ya değil, Obama'ya yönelik bir baskı mesajıydı.

Ahmedinecad'ın açıklamalarının ardından, Obama'nın aptal ve çılgın selefi George W. Bush'un tutumlarını hatırlatan, ateşli karşı açıklamaları geldi. Obama İran'ın ABD'nin ulusal güvenliği üzerinde istisnai ve normal olmayan bir tehlike oluşturduğunu ifade etti ve İran'a yönelik yaptırımların uzatılması kararını imzaladı. Fakat Obama, kozlarını zayıflatmak için İran'la diyalog kurmak istediğini de belirtti.

Ahmedinecad'ın reddi, Hamaney'in açık bir tutum belirlememesi, Obama'nın taviz vermemesi ve aynı zamanda diyalog talebi... Aslında burada büyük bir çelişki yok. Zira Gül'ün de belirttiği gibi, 30 yıllık sorunların iki günde çözülmesi imkânsız. Gül 'inayet ve sabır' gerektiğini ifade etti ama kimlerin sabredeceğinden bahsetmedi. Fakat Türkiye de sabretmeli, zira kendisinden arabuluculuk rolü istenmekte.

Çünkü İran ve ABD, ötekinin nabzını yoklama devresinde. Cengiz Çandar'ın başarılı tabiriyle ikisi de 'el ense' sürecinde. Yani karşılaşmanın başında rakibin gücünü sınamak için ellerini diğerinin omzuna koyan iki güreşçiyi andırıyorlar.

Top şüphesiz ABD'nin sahasında. Zira Afganistan ve Irak'ı işgal etmek için gelen ve filolarını İran'ı kuşatma altına alırcasına Körfez'e getiren kendisi... ABD bölge sorunlarına yaklaşımında köklü değişime giderse, İran'la diyalog başlatıp başarılı olması mümkün. Fakat değişim uzarsa görüşmeler başlayamaz. Bununla birlikte Türkiye 2002'den beri bölgesel sorunlarını çözmek için diyalog yöntemini genelleştirmekte kararlı. Bush dönemindeki 'demir ve ateş politikaları'nın trajediden başka sonuç vermediği, ABD'nin kendisine bile daha fazla nefret dışında bir şey getirmediği görüldü. Bununla birlikte güreş maçlarında bile bir hakem gerekir. İki güreşçinin birbirlerinin enselerine yapışmak yerine tokalaşmasını sağlamak için Türk hakemden iyisi yok. (Katar gazetesi Şark, Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü, 15 Mart 2009)

Kaynak: Radikal