Taha Hüseyin, Mehmet Ali Paşa döneminde Fransa’ya öğrenci gönderme dalgasının ilk kuşağını temsil eden Rıfaa Rafii Tahtavi’nin çocukları arasında sayılır. Napolyon, hamlesi sırasında 160 kadar bilim adamıyla ve oryantalistle birlikte Mısır’a damlar, daha doğrusu akın eder ve tüner. Napolyon’un akını akim kalsa da, bu fikri ve kültürel ters dalga süreci Mehmet Ali Paşa tarafından da sürdürülür. Şimdi oryantalizm, gelişme adına yerli ellere geçmiştir. İlk kuşağı temsilen Rıfaa Rafii Tahtavi seçilmiş bir grupla birlikte Fransa’ya gider. Orada öğrencilerin imamlığını yapar. Döndüğünde artık bir müstağriptir, garplılaşma akımını temsil eder. Taha Hüseyin de sonraki kuşaklar arasında Fransa’ya gönderilen öğrenciler arasındadır. Orada Fransız bir bayanla da dünya evine girer. Paris öncesinde ve sonrasında Batılılaşmadan etkilenmiştir.
1826 Mısır’da başlayan bu süreç aynı dönemde Osmanlı’ya da yansımıştır. Osmanlı'da özellikle son döneminde de Batı’yla ilmi olmaktan ziyade fikri ve kültürel temaslar olmuş ve bağlar kurulmuştur. Kimileri orada eğitim görmüş kimileri de bohem hayatı yaşamıştır. Yahya Kemal Beyatlı bunu Portreler kitabında mufassal bir biçimde anlatır.
Paris kimilerine göre evin yolunun kaybedildiği adrestir. Başkalaşmayı ve ötekileşmeyi temsil eder. Kimi diğer evinin yolunu kaybedenler içinse, yeniden evinin yolunu bulma adresidir. Bunlardan birisi de Yahya Kemal Beyatlı’dır. İşte bu serüveni ve fikri ihtilaçlarıdır ki Beşir Ayvazoğlu’na Yahya Kemal & Eve Dönen Adam adlı kitabını yazmayı ilham etmiştir. Bu anlamda Paris kültürel olarak ölenlerle yeniden doğanların buluştuğu kültür başkentidir. Nureddin Topçu ve Necip Fazıl Kısakürek bu şehirden etkilenmişler, bazen bu şehirde kaybolmuşlar lakin yine bu şehir üzerinden istikametlerini ve yollarını doğrultmuşlardır. Evlerinin yolunu yeniden bulmuşlardır.
Guy Sorman’ın yazdığı gibi Taha Hüseyin de Rıfaa’nın çocuklarından birisidir. Batı kültüründe yok olmuş ve tefani etmiş, kendi kültür gök kubbesini tamamen yabancılaşmıştır.
*
Geçmişte gün görmüş ve iki devreyi yaşamış insanlar için Araplar ‘muhadram’ ifadesini kullanırlardı. Özellikle cahiliyet dönemiyle İslam dönemini yani iki dönemi de yaşayanlara muhadram denilirdi. Günümüzde ise tarihi olarak böyle bir ifade kullanmak mümkün değil. Bu nedenle olsa gerek Taha Hüseyin için 'Amid el Edebü’l Arabi' denmiştir. Arap edebiyatının duayeni anlamında rektörü denmiştir. Taha Hüseyin edebi ve tarihi birçok kitabında Arapçayı çok akıcı olarak kullanmıştır. El- Eyyam adlı otobiyografik kitabı bunun tanıklarındandır. Söz konusu kitap Japonca da dahil bir çok dile çevrilmiştir. Bununla birlikte, Taha Hüseyin hayatında keskin değişiklikler geçirmiştir. Fransa’ya eğitim için gitmesi ve sonrasındaki dönemiyle, yaşlılık dönemi çok farklıdır. Sözgelimi 1931 yılında Batılılaşma akımının öncüsü el Hilal dergisinde yazdıklarıyla yine aynı dergide 1959 yılında yazdıkları birbiriyle tezat halindedir hatta birbirini nakzeder.
Temmuz Devrimi veya darbesiyle (1952) birlikte Taha Hüseyin değerler evreninde ve kültürel kodlar anlamında yeniden dünyaya gelmiştir. Bu süreç, kendisinin Kabe örtüsünde tövbe etmesiyle taçlanmış veya sonuçlanmıştır. Elbette Ali Abdurrazık gibiler için de son dönemlerinde tövbe ettiği ve 'İslam ve Yönetim Biçimi' adlı kitabını benimsemekten kaçındığını söylerler. Fikri sapmalar içinde olanlar hakkında genelde dönüş yaptığı bilgi veya rivayeti aktarıldığından dolayı kimileri buna ihtiyatla yaklaşıyor ve hatta tepki gösteriyorlar.
*
Ezher Dergisi ( Mecelletü’l Ezher) Yayın Yönetmeni ve araştırmacı Muhammed İmare tersini düşünüyor ve bütün safahatıyla birlikte Taha Hüseyin’in hayatını gözler önüne seriyor. Elbette Fransız veya Mısırlı Kıpti yazarlarda Taha Hüseyin’in aslına dönüşüyle ilgili bilgi kırıntısına rastlayamazsınız. Bununla birlikte, Taha Hüseyin’in 1953 anayasasının hazırlanması aşamasından itibaren gözle görülür ve elle tutulur bir biçimde değişim geçirdiği seziliyor. 1920’li yıllarda Taha Hüseyin gibi fikir erbabı, Kahire’yi Paris, Mısır’ı da Fransız kültürel havzası haline getirirler. Bu nedenle Taha Hüseyin’in talebelerinden Mahmut Muhammed Şakir hocası Taha Hüseyin’le Fi’ş Şiri’l Cahili kitabından dolayı takışarak 1926 yılında Hicaz’a göçer. Şakir, bu yabancılaşan kültür havzasında boğulduğunu hissederek kendisini Hicaz’a atar. Bununla birlikte Taha Hüseyin 1952 Devriminden itibaren birçok görüşünden rücu eder, Paris’in tortularını Kabe’de üzerinden atar. Kabe’de ikinci kez manevi olarak dirilmiş ve doğmuştur. Bundan dolayı, mazisiyle de irtibatını keser.
Ezher Dergisinin Yayın Yönetmeni Muhammed İmare Taha Hüseyin’in bu dönüşümü ile alakalı olarak bir eser kaleme almış, Ezher Dergisi de promosyonu olarak okurlarına tevzii etmiş ve dağıtmıştır. (28 Şubat günlerinde bile Ezher dergisi bazı bayilere geliyordu. Ediniyorduk. Dünya Gazetesi dağıtım işini üstleniyordu. Lakin son yıllarda tamamen mahrum kaldık. Ya biz okumuyor ve ilgi göstermiyoruz ya da dağıtım şirketleri ilgilenmiyorlar. )
Taha Hüseyin’in fikri sapmaları, sayılamayacak kadar çoktu. Mısır’ın Araplara değil Firavun medeniyetine ait ve onun varisi olduğunu ve dolayısıyla yerinin Arap Birliği değil Avrupa ile birlik olduğunu söylüyordu. İslamı tamamen aradan çıkarmıştı. Bu yönüyle Abdullah Cevdet’e benzetilebilir. Ali Abdurrazık adını taşıyan ‘İslam ve Yönetim Biçimi’ kitabının gerçek anlamda iki müellifinden bahsedilmektedir. Bunlardan birisi Taha Hüseyin diğeri de Yahudi oryantalist Margoliouth’dur.
Bununla birlikte, Batı fodulluğundan istifa ederek yeniden İslam haziresine yani kampına ve ocağına dönmüştür. Gençlik yıllarında iddialı ve cüretkardır; Freud’un Hazreti Musa’nın tarihi şahsiyetini reddetmesi gibi Taha Hüseyin de Mısır’da Kültürün Geleceği veya Cahiliyet Şiiri kitabında Hazreti İbrahim’in tarihi şahsiyetini inkar etmiş ve onu mevhum bir şahsiyet olarak tasvir etmiştir.
Önce acısıyla tatlısıyla Batı medeniyetini bir bütün yani bir paradigma olarak kabul edilmesini isteyen bu yönüyle Arnold J. Toynbee’yi taklit eden Taha Hüseyin, 1953 anayasasının hazırlanması aşamasında İslam’ın bölünemeyeceğini ve tecezzi edemeyeceğini ifade etmiştir. Bu anlamda İslam bölünmez gerçek bir paradigmadır. Ölçüler bütünüdür. Sonraki yıllarda sadece fikir atası Rıfaa’nın fikri çizgisine reddi mirasta bulunmakla kalmıyor aynı zamanda yerli oryantalizme ters dönüyor; aynı zamanda misyonerliğe karşı da kalemini keskinleştiriyor. Onların misafirperverliği suistimal ettiklerini ve güveni kötüye kullandıklarını ve bir nevi samimiyet zemininden uzak organize faaliyetlerle sahtecilik yaptıklarını ifade ediyor.
Kabe’de hıçkırıklarla yaptığı tövbe duası metninin kabrine de yazılmasını vasiyet ediyor. Böylece Kabe’de başlayan yeniden doğma süreci kendini kabre kadar takip ediyor. En azından en meşhur Arap biyografi yazarlarından Muhammed İmare böyle söylüyor ve tarihe böyle tanıklıkta bulunuyor.