İngiltere'nin ne zaman başı daralsa yapacağı cömert silah siparişleriyle rahatlamasını sağlayan, dev ihalelerde aslan payını veren hatta karşılıksız hibelerle "Britanya vatandaşlarına dostluk" gösterisinde bulunan kral, Londra ziyareti öncesi yaptığı açıklamalarla İngiliz gururunu hayli incitmiş görünüyor.
Kral Abdullah'ın 7 Temmuz 2005'te 52 kişinin hayatına mal olan bombalı saldırılara dair yaptığı açıklamalar İngilizlerin oryantalist kibirlerini açığa çıkardı adeta. İngiltere'yi terörle yeterince mücadele etmemekle suçlayan kral, bombalı saldırıları önceden ihbar etmelerine ragmen İngiliz hükümetinin harekete geçmediğini açıklamasına karşı gösterilen aydın tepkisini sadece İngiliz gururuyla geçiştirmek mümkün değil.
Kral Abdullah'ın, Londra saldırılarının zamanlaması (Bush'un İngiltere ziyareti öncesi ve milyonların katıldığı savaş karşıtı kitlesel eylemlerin hemen peşisıra gelmesi) nedeniyle açık bir provokasyon kuşkusu olduğu İngiliz medyasında da gündeme gelmesine rağmen özellikle sol ve liberal-sol çevrelerden krala büyük tepki geldi. Tepkinin özeti şu: Siz Suudiler kim oluyorsunuz da bize terörizm dersi vermeye kalkıyorsunuz?! Eh, Suud'un totaliter yönetimi, siyasal katılım gibi batılı normlara vurulduğunda şaibeli yönetimine bakınca bu itiraz haklı gibi görünüyor.
"Siz kim oluyorsunuz da bize terör dersi veriyorsunuz" itirazının ardında yatan asıl neden bu kadar basit değil. Bir kere, en üst düzeyde resmi ağızdan yapılmış bu açıklama karşısında sorguya çekilmesi gereken İngiliz yönetimi olmalıydı. Kralı beğenmeyebilirsiniz ama söylentisinin bile skandal olması gereken bir şey söylüyor; bunun hesabını hükümetten istemek yerine "siz kim oluyorsunuz" söylemine sığınılması, kendi içinde eleştirel olmayı erdem sayan bir kültürün doğulular söz konusu olduğunda sükut ettiğini gösteriyor. Bombacıların Suud vatandaşı olmaları bu iddianın İngiliz hükümeti üstüne düşürdüğü kuşku gölgesini kaldırmaz.
Arapların batıya aktardığı paralara, bol keseden verilen silah siparişlerine ses çıkarmazken alttan alta aşağılayan, adeta sağmal inek gibi gören İngiliz siyasetçileri ve aydınlarının kafalarında kurguladıkları doğu, İslam imajını pekiştirmekte alabildiğine malzeme sunan Arap görüntüsünün kurgu bozan son çıkışı oryantalizmin politik dilde yeniden dönüşü olabilirdi ancak. Üstelik kendilerini mağdur ve haklı, etik olarak en üstün gördükleri bir pozisyon için kral, ellerindeki "koruyucu kalkan"ı da çekip alıyor. Öyle ortadoğudaki saltanatları (bölgesel istikrar adına) aşırı uçlardan gelecek muhtemel tehditlere karşı kollayan, bu yönde istihbarat vererek iktidardakilerin minnettar kalmasını sağlayan İngilizlere bu sefer tersten bir istihbarat gelmesi hayli gurur kırıcı olmalı.
Oryantalist söylemi besleyen bu güçlü-aciz ilişkisi alınan resmi rüşvetlerin örtbas edilmesinde vicdan rahatlatıcı bir rol oynuyordu. Oysa bu sefer hem aciz durumda kalan, hem para ve istihbarat servisiyle kendi rollerini çalan öteki-taraf karşısında pozisyonu koruma refleksinin dışa vurumudur bu "siz kim oluyorsunuz" söylemi.
Amerikalılar bu konuda daha pervasız. Çifte standartlarını bu kadar ince dile gerek duymadan savunabiliyorlar. Tıpkı gizli işkence merkezlerini kurarken yaptıkları gibi. Son olarak olarak CIA Başkanı Micheal Hayden'in yaptığı açıklamada olduğu gibi, yasalara uymuyorsa yasaların geçerli olmadığı ülkelerde bunu yapmak, bu da yeterli değilse kitaba uygun olduğunu savunmak: CIA'nın sorgulama yöntemleri hem yasal hem de önemli bilgiler sağlayan uygulamalardır… Her türden çifte standart tartışmasını gölgede bırakan bu uygulama ve savunma yöntemi karşısında söylenecek söz kalmıyor. İnsanlığın bittiği yerde başlayan bu uygulamalar karşısında "siz kim oluyorsunuz" diye başlayan oryantalist kibre karşı bu oryantalizmin nesnesi haline gelen doğulu aydınlar da bir gün akıllarını başlarına devşirirler.
Son olarak; bu işkencelerden çok ucuz kurtulan bir Uygur Türkle Arnavutluk'ta karşılaştım tesadüfen. Kırgızistan'da ticaret yapan Çin vatandaşı Uygur Türklerinden birkaç arkadaş ticaret için Pakistan'a geçiyor. Terörist suçlamasıyla Guatanamo'ya götürülüp aylarca işkenceden geçiriliyorlar. Sonuç, ticaret yapmaya çalışan genç Uygurlar suçsuz çıkıyor ama bunların tekrar Çin'e girmeleri mümkün değil. Muhtemelen orada daha kötü muamele ile karşılaşacaklar. Hiçbir "özgürlükler ülkesi" de kabul etmek istememekte. Ancak ABD'nin hatırının geçtiği Arnavutluk'a istenmeyen misafir olarak kabul ediliyorlar. Ortada karartılmış, geleceği belirsiz bir hayat, parçalanmış aileler kalıyor. Arnavutluk gibi fakir bir ülkede, parasız bu insanlar ne yapar? Trajedinin en hafifi ile birebir karşılaşınca bölgede yaşananların boyutlarını hayal etmeye bile cesaret edemedim doğrusu.
Kaynak: Yeni Şafak