Suriye'yi bombalayın, kanunsuz olsa bile

Suriye’de 100 binden fazla kişinin ölmesine yol açan iç savaştaki son zulümler, Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı cezalandırmak ve daha fazla katliam olmasını önlemek için acil bir müdahale gerektiriyor. Ama bu korkunç durumlarda güç kullanımının hukuki temelleri konusunda geniş çaplı karışıklıklar var. Hukuki açıdan, Suriye hükümetinin kimyasal silah kullanması, Amerika Birleşik Devletleri tarafından  silahlı müdahalede bulunulmasını otomatikman haklı çıkarmıyor.

Hukuka riayet etmemek için ahlaki sebepler var. Ben Obama yönetiminin Suriye’ye müdahale etmesi gerektiğine inanıyorum. Ama o, mevcut kanunlarda hukuki haklılık varmış gibi davranmamalı. Dışişleri Bakanı John Kerry de pazartesi günü kimyasal silah kullanımı hakkında “Bu uluslararası kuralın ihlali,  sonuçsuz kalamaz” dediği zaman tam olarak bunu yapıyor göründü. “Kanun” yerine “kural” kelimesini kullanması çok şey anlatıyor.

Suriye ne 1972’deki Biyolojik Silahlar Konvansiyonu’na ne de 1993’teki Kimyasal Silahlar Konvansiyonu’na taraftır. Gerçi bunlara taraf olsaydı bile bu antlaşmalar, uygulanması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bağlıdır ki bu da büyük bir hatadır. Suriye, Cenevre Protokolü’ne taraftır. 1925 tarihli bu antlaşma savaşlarda zehirli gaz kullanımını yasaklıyor. Ama bu antlaşma, 1. Dünya Savaşı sonrasında, akıllarda iç ihtilaflar değil uluslararası savaş varken tasarlandı.

Peki ya antlaşmalar bir yana, kimyasal silahların doğal olarak yasak olduğu iddiası? Bazı eylemler -soykırım, kölelik, korsanlık- antlaşmalara bakılmaksızın kanun dışı olarak değerlendirilirken kimyasal silahlar henüz bu kategoride değil. Bugün 10 kadar ülkenin kimyasal silah stoku var. En büyük stoklar da Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde. Her iki ülke, yavaşça stoklarını imha ediyor ama bunun için geçen seneki nihai mühleti kaçırmış durumdalar.

Sayın Esad’ın hükümetinin iki senelik savaş boyunca insani ilkeleri ihlal ettiğinde kuşku yok. Buna 1949’da Cenevre Sözleşmeleri’yle getirilen, uluslararası olmayan ihtilaflarda bile olsa sivillerin ayrım gözetmeksizin öldürülmesi yasağı da dahil. Ama bu sözleşmeler de Güvenlik Konseyi harekete geçilmesini kabul etmedikçe pek bir anlam ifade etmiyor. Müdahale için evrensel olarak tanınan bir temel olmaması, uluslararası hukukun mevcut hali için bir handikaptır.

Tartışmasız bir şekilde, 1945 sonrası dünyasında ülkelerin önemli hukuki yükümlülüğü Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne bağlılıktı. Sözleşme, ülkelerin “herhangi bir ülkenin toprak bütünlüğü ya da siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanma ya da güç kullanma tehdidinde bulunmaya” karşı kendilerini frenlemelerini talep ediyor. Güç kullanmaya ancak Güvenlik Konseyi tarafından yetki verildiği zaman ya da tamamen insani zeminde olmak üzere meşru müdafaa durumunda cevaz vardır (Ürdün ve Türkiye gibi ülkeler Esad karşıtı koalisyona katılmalarını haklı çıkarmak için bu yolu düşünüyor).

Şüphesiz siyasi kararlara yol göstermesi gereken, sadece kanunlar değil, etiktir de. 1990’larda Ruanda soykırımı ve Balkan toplu katliamlarından bu yana “koruma sorumluluğu” kavramı altında hukuki savaşın üçüncü kategorisi olarak insani müdahalenin ilave edilmesini destekleyen bir hareket zuhur etti. Bu, Birleşmiş Milletler ve çoğu ülke tarafından geniş çaplı kabul gördü. Ama bu, sözleşme içinde bulunmuyor ve kanun hükmünde değildir.

Bu, NATO’nun Birleşmiş Milletler izni olmadan Yugoslavya’yı bombaladığı 1999’da Kosova’da açık bir şekilde ortadaydı. O zaman, şimdi olduğu gibi, Rusya ve Çin, Güvenlik Konseyi onayı vermeye yanaşmıyordu. Amerika ve müttefikleri, Kosova’da Bağımsız Uluslararası Komisyon’un daha sonra adlandırdığı üzere “kanunsuz ama meşru” şekilde güç kullandılar. Bu durumda NATO, yaptığının kanunsuz olduğunu zımnen kabul etti. O, bunu hukuki terimlerle değil ahlaki ve siyasi bir dille savundu.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’yle olan 11 yıllık tecrübe de dahil, uluslararası ceza hukukunun kural ve kurumları, o zamandan bu yana kuvvetlendi. Kamboçya, Ruanda ve eski Yugoslavya için kurulan özel mahkemeler, zulüm işleyenlerin cezalandırılması gerektiğine dair giderek artan bir konsensüsü yansıtıyor.

Ama eğer Beyaz Saray uluslararası hukuku ciddiye alırsa -Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı gibi- her iki yolu birlikte yapmaya çalışmaz. Onun, ya “kanunsuz ama meşru” müdahalenin hiçbir şey yapmamaktan iyi olduğunu savunması ya da uluslararası hukukun değiştiğini iddia etmesi gerekir. Ben bu stratejileri “yapıcı itaatsizlik” olarak adlandırıyorum. Suriye konusunda ben tercihimi ikincisinden yana yapıyorum.

Rusya ve Çin yardım etmeyeceği için, Sayın Obama ve müttefik liderlerin, uluslararası hukukun geliştiğini ve Suriye’de müdahale için Güvenlik Konseyi onayına ihtiyaç duymadıklarını ilan etmeleri gerekir. 

Bu çoğu yerde halk tarafından desteklenecektir. Ben de bunun yapılacak doğru şey olduğuna inanıyorum. Ama Amerikan hükümeti kanun hakimiyetinin medeni toplumun temeli olduğunu kabul ederse, bunun yeni bir hukuki yolu yansıttığı aşikar olmalıdır.

Kaynak: New York Times

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas