Suriye'ye müdahale fırsatını kollayanlar

Suriye’deki gelişmelerle ilgili yakın ve uzak gelecekte yaşanabilecekleri okumak isteyenler için üzerinde durulmayı hak eden dört önemli tutum var önümüzde. Bu tutumlar, rejim karşıtı ayaklanmanın ikinci yılına girmesiyle birlikte Suriye halkını veya muhalif kesimi hayal kırıklığına uğratacak. Birincisi, ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, Suriye’ye askeri operasyon çağrısı yapanları, bunun yol açacağı sonuçlar üzerinde düşünmeye sevk etti. El Hurra kanalına verdiği mülakatta Panetta, Suriye’nin yıkılması gereken güçlü bir savunma sisteminin olduğunu, ancak bu sistemin yerleşim semtlerinde konuşlanmadığını ve yıkılmasının büyük kaygılara yol açacağını belirtti. Panetta’nın açıklamalarının, on binlerce protestocunun ‘derhal askeri müdahale’ Cuma’sına yanıt olarak gelmesi ise ilginçti.
İkincisi, BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın, ülkedeki durumu yanlış değerlendirmenin, siyasi çözüme kavuşması zorlaşacak bir noktaya götürmesi uyarısında bulunmasıydı. Bu da Annan’ın, Suriye muhalefetinin silahlandırılması taleplerini doğrudan cevapladığı mesajını veriyor.

ABD’nin tutum değişimi
Üçüncüsü, Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Boğdanov’un, Arap ve Batılı ülkelerin “Suriye’deki yönetim meşru değil ve Devlet Başkanı Beşşar Esad yönetimden gitmeli” yönündeki açıklamalarının yapıcı olmadığı konusundaki vurgusuydu. Boğdanov’a göre bu açıklamalar, muhalefete ortada diyaloğu başlatma mantığının olmadığına dair yanlış mesajlar veriyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Aleksander Lukaseviç, Rusya’nın Suriye’de müdahaleye ve Esad’ın gitmesini amaçlayan dış baskılar karşısındaki muhalefetinin değişmediğini belirterek ve ülkesinin, başkalarının içişlerine müdahale eden, kendi eğilimleri doğrultusunda rejimleri değiştirmeye ya da başka halklara kendi geleceklerini tayin etmeyi öğretmeye çalışan ülkelerden olmayacağı üzerinde durarak durumu netleştirdi.
Dördüncüsü, Dubai Emniyet Müdürü Korgeneral Dahi Halfan Temim’in yaptığı ve rejimin düşmesi halinde Suriye’de yönetime Müslüman Kardeşler’in gelmesine yönelik endişesini dile getirdiği açıklamalarıydı. Bu tutum, Arap Baharı ülkelerinde, özellikle de Mısır ve Tunus’ta rejimlerin değiştirilmesine ve özgür seçimlerde sandık yoluyla İslamcıların iktidara gelmesine yol açan demokrasilerin yerleşmesine karşı çıkan Arap Körfez yönetiminin çoğunluğunun genel karakterini yansıtıyor.
Bu dört tutumun da ortak paydası, Suriye rejiminin bekası lehinde olmaları, askeri müdahaleye karşı çıkmaları ve krizin siyasi çözümüne başvurulması gerektiğini düşünmeleri. Bu durum Libya, Irak ve Afganistan’da halkların demokrasi ve özgürlük taleplerine destek olmak için yapılanlara benzer biçimde, Şam’daki rejimi devirmek için güçlerini göndermesi öngörülen ülke ve birliklerin (Rusya dışında) safındaki değişimi gösteriyor.
Bu noktada özellikle Amerikan tutumundaki sürpriz değişimin sebepleriyle ilgili soru ortaya çıkıyor. Zira Washington, Suriye liderini devirme tehdidinde bulunuyordu. ABD Başkanı Barack Obama, Esad’ın iktidardaki günlerinin sayılı olduğunu defalarca belirtti. Peki niçin Panetta, askeri müdahalenin sonuçlarına dair uyarıda bulundu? Ortada iki ihtimal var. Birincisi, geçen altmış yıl boyunca bölgedeki Amerikan politikalarının hareket noktaları okunarak çıkarılabilecek gerçekçi ihtimal. İkinci varsayımın ise İran nükleer tesisleri dosyasıyla ilgili Amerikan planlarıyla ilişkisi var.

Tampon bölge kurulacak mı?
İlk ihtimal açısından, Washington yönetiminin Suriye’de askeri müdahale istemediği söylenebilir. Çünkü Suriye’de, Irak ve Libya’daki gibi petrol yok ve bazı askerlerini kaybedebilir. Buna ilaveten genel Amerikan mizacı Irak, Afganistan ve Libya’dan sonra ülkenin ekonomik krizden geçtiği bir dönemde mali gücünü bitirebilecek üçüncü bir savaşa girmeyi kabul edemez. Obama’nın başkanlık seçimlerini ikinci kez kazanmak istediği, Washington yönetiminin de kendisine pahalıya patlayacak bir askeri ya da siyasi maceraya girmek istemediği ortada.
İran’la ilgili ikinci ihtimal, ABD’nin Suriye’ye askeri müdahaleyi İran dosyasıyla nasıl ele alacağını belirleyeceği zamana kadar ertelediği şeklinde özetlenebilir. ABD, başkanlık seçimlerinden sonra İran’ın nükleer tesislerini vurmak isterse, Suriye bu paketin bir parçası olabilir. Ayrıca operasyonlar, Suriye’nin yanı sıra Hizbullah ve Hamas gibi İran’ın bölgedeki müttefiklerini de kapsar. İsrail’in son Gazze saldırısı, özellikle de Hizbullah’ın depolarını açması ve binlerce füzesini Tel Aviv’e ve ötesine göndermesi halinde İsrail’in füzesavar sistemi, ‘Demir Yumruğu’ ve etkinlik boyutunu test etme çerçevesinde bir provadan ibaretti.
Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı tutum, ikinci ihtimali güçlendiriyor. Bu tutum, Suriyeli mültecileri içine alacak bir tampon bölge kurulması imkânının araştırılması, Türk büyükelçinin Şam’dan çekilmesi ve Türk vatandaşlardan Suriye’yi derhal terk etmesinin istenmesiydi. Suriye topraklarında tampon bölge kurulması, Şam’da insani bir adım olarak değil, savaş ilanı olarak yorumlanacaktır. Zira Irak iç savaşının ve buna eşlik eden 2006 patlamalarının doruğunda 1,5 milyon Iraklıyı kabul eden Suriye, böyle bir bölge kurmamıştı. Keza Ürdün de Iraklı mülteciler için bunu yaptı; Suriyeli mülteciler için de aynısını yapıyor.

Dostlar hayal kırıklığı yaratıyor
Erdoğan, Suriye konusunda sert tutumlar ve hatta rejimin devrilmesi talepleri içeren birçok açıklamada bulundu, ancak geçen on ay boyunca bu çerçevede kaldı. Tampon bölge kurulması meselesine yönelik araştırmanın ne kadar zaman alacağını, 2 Nisan’da İstanbul’da yapılacak olan ‘Suriye’nin Dostları’ toplantısında Erdoğan’ın bu araştırmanın sonuçlarını açıklayıp açıklamayacağını bilemiyoruz.
Hiç kimse geleceğe dair kehanette bulunamaz, sihirli bir kristal küremiz yok. Ancak Suriye halkının, kendi dostları olduğunu iddia edenler ve muhalif liderler tarafından yanıltıldığını söyleyebiliriz. Bu dostlar ve özellikle de ABD, Arap müttefiklerinin desteğiyle dış askeri müdahalede çok fazla umut verdiler, ancak sonuçlar tam bir hayal kırıklığı oldu. Muhalefet saflarındaki bölünmeler, karşılıklı ihanet ve uşaklık suçlamaları, açık bölünmeler, durumu bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor. Bu, bölgemizde yaşanan yeni bir ‘milletler oyunudur’. Koca filler petrol, gelirleri ve nüfuz bölgelerinin paylaşımı için çekişiyorlar. Biz Araplar ise maalesef oların kurbanıyız.

(Londra’da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, 17 Mart 2012)

 

Kaynak: Radikal