Suriye'nin ruhu uğruna

Sene başında Tunuslular ve Mısırlılar ömürlük devlet başkanlarını tahttan indirmek üzere feryat ederken –ve ölürken- Suriye’nin diktatörü Beşşar Esad, Wall Street Journal’a uzun bir mülakat verdi ve kaygısız bir şekilde rejiminin dayanıklılığını övdü, bir göz doktoru edasıyla popülerliği ve ülkesinin istikrarının sırlarını açıkladı. Suriye’nin Mısır ve Tunus’un yolundan gitmeyeceğine dair övündü, çünkü Suriye halen Arap milliyetçiliği taahhütlerine sadıktı. Suriye, Siyonist planlar ve Amerikan baskılarına karşı gözü kara bir şekilde nöbet tutuyordu ve diğer tüm Arap ülkeler tarafından sıkı sıkı sarılınan kapitülasyonlara cesurca karşı geliyor, Filistinlilerin reddiyetçi politikalarının da gurunu taşıyordu. Modern Suriye şiirinin ödüllü şairi Nizar Kabbani’nin ifadeleriyle, teslimiyet ve sorumluluktan kaçma döneminde Suriye, yürekliliğiyle “Arap namusu”nun koruyucusu olduğunu ispat etti:

diğerleri iffet perdelerini düşürdüler../Sevinçten uçarak../Sonra dans ettiler /ve alçakça bir barış anlaşması imzaladıkları için kendilerini alkışladılar …/ Artık hiçbir şey onları korkutmuyor ve hiçbir şey onları utandırmıyor../ Onların damarlarında asaletin gücü kurudu…

Ama Suriye değil. Rejim yardakçılarının ifadesiyle “Suurya el-Esed” (“Aslan’ın Suriyesi”) de değil. Esad, Wall Street Journal’daki mülakatçılarının, iktidarda kalmasındaki heyecan verici şiiri nakledeceklerinden emindi: Uzlaşmazlıkta inat ebedi hayata yol açar ve Arap milliyetçiliği rüzgarı Orta Doğu’daki talanın istikrara kavuşması için iyi bir reçetedir.

Bunların yanı sıra, Mübarak ve diğerlerinin aksine Esad, halkına yakın imiş (buz kesici bir sinizmle yalan söyledi), onlar ne hayal kuruyorlarsa o da o hayali kuruyormuş, gayelerini onaylıyormuş, menfaatlerini savunuyor ve onlar adına adalet arıyormuş. Suriye’nin istikrarının anahtarı olarak da kasılarak şunları söyledi: “Halkınızın inançlarıyla çok yakından bağlı olmalısınız [… ve] sizin politikanızla halkın inanç ve menfaatleri arasında bir uyuşmazlık vuku bulduğunda bu size rahatsızlık verir.”

Derken, "rahatsızlık" güya "halkının inançlarına çok yakından bağlı" olmasına rağmen, kalesinin içinde Esad'ın kapılarını da çalmaya başladı. Bugün, sözlerini yutuyor demek, bu seneki olayların hafife alınması olabilir. Gösteriler, sadece rejimin sahte Arap milliyetçiliğine karşı çıkmakla kalmadı, öfkelenen Suriye sokakları da kendilerini Esad'ın bayatlamış hikayelerinden uzaklaştırıp onun iktidardan ayrılmasını talep ederken farklılıklarını vurgular göründü.  

Yurt dışında yaşayanlar, akademisyenler ve sürgündeki muhaliflerden oluşan Suriyeli bir grup, ay başında Türkiye'nin Antalya şehrinde toplandı ve yurt içinde kuşatma altındaki yurttaşlarının ihtiyaçlarını yeniden teyit etti. Toplantının Nihai Bildirisi şu şekildeydi:

Suriye Değişim Konferansı katılımcıları Suriyelilerin Arap, Kürt, Keldani-Asuri, Süryani, Ermeni ve diğer birçok etnik unsurdan oluştuğunu teyit ederler. Konferans, Suriyeli kimliğini oluşturan tüm bu unsurların meşru ve eşit haklara sahip olduğunu tanır ve belirtir ve bunların sivil devlet, çoğulcu parlamenter demokrasi ve milli birlik ilkelerine dayalı olarak yapılacak yeni Suriye anayasası altında korunmalarını talep eder.

Golan Tepeleri'nden (İsrail tarafından 1967'de ele geçirilen) bahis yok; takdis edilen Suriye'nin Araplığı'ndan (Esadların 40 yıldır çok sevdikleri klişe) bahis yok ve yine Filistin'den (tüm Arap meselelerinin anası) bahis yoktu! Suriyeliler, nefret edilen rejimde kullanılan dil, muzır semboller ve yapmacık tavırlardan kaçınarak eşikte kendilerini bekleyen Arap sonrası döneme hazır olduklarına işaret ediyor göründüler.

Çok gecikmiş bir adım olsa da yine de böyle bir sonuç beklenmiyordu. Arap milliyetçiliği hissiyatının zirvede olduğu 1955'te bile, Arap Baas Partisi'nin baş ideoloğu ve kurucusu Suriyeli Hristiyan Mişel Eflak, 20. yüzyılın başlarında Suriyeli arkadaşlarının da dahil olduğu Levantenler arasında Arapçılığın zayıf bir şekilde tatbik edilmesinden yakınıyordu. Eflak, Arap Dirilişinin Hatrına isimli milli manifestosunda, "Arap" veya "Arap kimliği" gibi ibarelerin Suriyelilerin siyasi lügatleri ya da milli şuurlarının sadece küçük bir parçasını oluşturduğunu yazdı. Bu ibareler, Arapça'da Suriye halkına aleni bir şekilde Arap kimliği aşılamak için nadiren kullanıldı.  

Gerçekte Eflak 1930’larda Suriye’deki siyasi liderlerin “Suriyeli” ibaresini, bölgelerinde etnik-dini ve ırki mozaikteki karmaşıklığın halli için adeta bir tılsım gibi kullandıklarını iddia etti. Onun kabulü şu şekildeydi: “Suriye, tamamen farklı olan Müslümanlar, Hristiyanlar, Araplar ve Arap olmayanları ayrı ve tek bir ‘milli kimlik’ bayrağı altında bir araya getirmek için kullanılan bir ibareydi.“ Ama kararlı bir Arap milliyetçisi olarak Eflak, “Suriye” ibaresinin meşruiyetini kabul etmedi ve bunun “milli değil tamamen bölgesel bir tasarım” olduğunu iddia etti. Ona göre Suriye’de kimliklerden oluşan potayı tarif etmek için seçilecek kelime “Arap” idi. Bu yüzden o, görüşünü tatbikata sokmak ve normalleştirmek üzere bağışlaması olmayan, vahşi ve cebri türde bir Arapçılık telkininde bulundu. 

Eflak, Suriye’nin farklılığı ve melezliğinden halen de kurtulabilmiş değil. O ve onun Baasçı gaspçıları baskı yapabildiler -kendisi ve Esadların 50 seneye yakın bir zamandır yaptıkları baskılar gibi - ama Suriye’nin farklı unsurlardan oluşan karakterini yok edemediler. Bugün dünyada Suriye’yi kurtarmak için gelen herhangi bir süvari olmasa da ve nefesini tutarak Suriye’nin kurtuluşu için bekleyen anlayışlı izleyiciler bulunmasa da Suriye’nin sokakları ve etkili Antalya Deklarasyonu, “Suriye kimliğinin tüm asli unsurlarının meşru ve eşit haklara sahip olduklarını ileri sürerek” bu eski toprağı kurtarma ve asli haline döndürmede kararlı görünüyor.

Kaynak: The National Interest

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas