Suriye'de iç savaşı önlemek

Suriye mezhepsel, kanlı bir iç savaşa doğru ilerliyor. Sık sık "devrimin başkenti" olarak tanımlanan merkez Humus şehrinde Sünni ve Alevi topluluklar arasında meydana gelen karşılıklı insan kaçırmalar, işkence, kafa kesmeler ve insanların yer değiştirmeleri ülkenin geri kalanını nelerin beklediğine dair korku dolu sinyaller veriyor.

Cehenneme doğru bu gidişi önlemek, Arap liderler ve uluslararası toplumun kesinlikle birinci önceliği olmalıdır.

Olacakları görmek için bitişikteki Irak örneği ortadadır. Anglo-Amerikan istilası büyük bir Arap ülkesini harap etti. Ülkenin kurum ve altyapıları parçalandı, mezhepçi şeytanlar serbest kaldı, iç savaş meydana geldi. Yüzbinlerce kişi öldü, milyonlarca kişi evlerinden ayrılmak ve yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Kürtlerin kendi yarı bağımsız devletçiklerini kurmasıyla da ülke bölündü.

Suriye'nin, her iki tarafta ölümlerin durdurulması için çok güçlü, tarafsız bir temas grubunun müdahalesine ihtiyacı var. Ateşin dineceği, gösteriler ve karşı gösterilerin durdurulacağı bir mola verilmesi, gerçek reformların kabul edilip tatbik edileceği ve gerçek bir diyaloğun meydana geleceği bir iklim oluşturulması gerekiyor. Gaye, tüm taraflara etkili teminatlar verilerek rejimin farklı bir türüne barışçı bir geçiş olmalıdır.

Arap ülkeleri ve Batılı kuvvetler bu vazife için uygun değildir. İkincisine güvenilmiyor. Bunların çoğu taraf tuttu. Özellikle ABD, İsrail'e olan körü körüne desteğiyle itibarını kaybetti. Barışı getirmek bir yana, Washington'un Arap-İsrail ihtilafı ya da İran'la 32 senedir süren ihtilafının çözülmesindeki olağanüstü başarısızlığı, gelecekte çıkacak savaşlara da zemin hazırlıyor.

O halde gereken temas grubunu kim kurabilir? Benim seçimim, gerçek iktisadi ve siyasi nüfuzları ve bölgedeki kuvvetli çıkarlarıyla Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin'den oluşan BRIC ülkeleridir. Örneğin Brezilya, tarihi olarak Suriye, Lübnan ve Filistin'le yakın bağlar içindedir. Milyonlarca Brezilyalının dedeleri bu ülkelerden göç etmiştir.

Suriye'deki mevcut rejim, Baas Partisi’nin 1963'te iktidarı ele geçirmesinden bu yana neredeyse 50 seneye yakın bir süreyle Orta Doğu'daki en uzun rejimlerden biri oldu. Ülkeyi 1970'ten beri baba ve oğul Esad'lar yönetiyor. Bununla beraber, mevcut kriz rejim için özel bir tehlike olarak duruyor. Zira, neredeyse rejim ilk defa iç ve dış meydan okumaların kavşağında bulunmakla karşı karşıya kaldı.

Dahili son büyük meydan okuma, Müslüman Kardeşler tarafından yapılan ayaklanmanın rejimi devrilme tehlikesi içinde bıraktığı 1977-1982'de meydana geldi. Ayaklanma, Hama'da belki de 10 bin can kaybıyla bastırıldı. İslamcılar intikam hayalleri kurarken bu vahşi baskının yankıları günümüze kadar geldi.

Suriye'ye harici meydan okumalar ise daha sıktı. Bunların içinde, FKÖ kadar Suriye'nin de Lübnan'daki etkisini ortadan kaldırma ve Lübnan'ı İsrail yörüngesine alma gayesiyle İsrail'in 1982'de Lübnan'ı istilası da var. Suriye'nin hem İsrail hem Türkiye'yle iki cephede savaş ihtimaliyle karşı karşıya kaldığı 1998 krizi, ancak Suriye PKK'nın Kürt lideri Abdullah Öcalan'ı yurt dışına gönderince halledildi. Sonra hepsinden büyük meydan okuma geldi: 2003'te, Amerika'da İsrail yanlısı yeni muhafazakarlar tarafından ortaya atılan ve gerçekleştirilen Irak'ın istilası. Irak'ta başarılı olunsaydı hiç kuşkusuz bir sonraki hedef Suriye olacaktı.

Eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri, 2005'te öldürüldüğü zaman Suriye ordusu Lübnan'dan çıkmak zorunda bırakıldı, Suriye rejimi de ABD Devlet Başkanı George Bush ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac tarafından devrilmekle tehdit edildi. 2006'da İsrail, Suriye'nin müttefiki Hizbullah'ı ortadan kaldırmak üzere Lübnan'a saldırdı. İsrail daha sonra da Suriye'nin diğer müttefiki Hamas'ı ortadan kaldırmak üzere 2008-9'da Gazze'ye saldırdı.

Suriye rejiminin zihniyeti, - Başkan Beşşar Esad'ın kendi düşüncesi de- bu tür hayatı tehlikeye sokan ve tekrarlanan krizlerle şekillendi. Rejimin otoriter, savunmacı, gaddar, siyasi reformlara karşı ihmalkar, vatandaşları, medyayı, üniversiteleri, ekonomiyi, her toplumsal olayı kontrol etme hususunda aşırı endişeli olmasının sorumlusu büyük ölçüde bunlardır.

İsrail ve onun Amerikalı patronundan gelmeye devam eden tehditler, İsrail-Amerikan bölgesel hegemonyasına en büyük engel olarak ortaya çıkan, savunma ittifakı Tahran-Şam-Hizbullah ekseninin oluşmasına yol açtı. Beklendiği üzere İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri, bu eksenin yok edilmesini istiyor. Suriye, şimdi son derece baskı altında. Ama İran da yıllardır sistematik bir şekilde şeytanlaştırılma, gözdağı verilme ve yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. Kendi nükleer tekelini korumakta kararlı olan İsrail, Amerika'yı İran'a karşı savaşa sürüklemeye, savaş olmasa da daha fazla yaptırımlar uygulatmaya çalışıyor. Bu arada eksenin üçüncü üyesi Hizbullah, 18 sene süren işgal sonrasında İsrail’i Lübnan'dan kovmayı başardığı için terörist bir örgüt olarak muamele görmeye devam ediyor.

Suriye rejimi içgüdüsel olarak mevcut ayaklanmayı bir diğer komplo olarak yorumladı. Şaşıran rejimin ilk tepkisi acımasız bir şekilde bastırmak oldu: Mart ortalarında ayaklanmanın başından itibaren gerçek mermilerle ateş açılması. Kuşku yok ki Başkan Beşşar, milliyetçi duruşunun ona halk ayaklanmalarına karşı dokunulmazlık vereceğini hayal etti. Ama, krizin tırmanmasıyla onun liderliği kusurlu oldu. Konuşmaları ve reform taahhütleri çok geç geldi ve ikna edici değildi. Onun radikal tekliflerle inisiyatifi ele almakta başarısız olması siyasi hayal gücü eksikliğini gösterdi. Öldürmeler, kaçınılmaz şekilde meşruiyetinin altını oydu.

Devrimciler kimlerdir ve ne istiyorlar? Bunlar, kuraklık ve hükümetin ihmalinden ızdırap çeken köylü fakirler, şehirli fakirler ve yolsuzluklardan dolayı ezilen küçük iş adamları, iktidar merkezine yakın dost kapitalistler ve işsiz genç ordularıdır. Çoğu Arap ülkesi gibi Suriye de nüfus patlamasından muzdariptir. 1965’te (Suriye’yle ilgili ilk kitabımı yazdığımda) dört milyon Suriyeli vardı, bugün 24 milyon Suriyeli var. Yüzde 3,26’lık doğum oranıyla nüfus 20 sene içinde 46 milyona ulaşabilir. Bu rakamlar felakettir. Ekonomik büyümenin buna ayak uyduramayacağı açıktır.

Devrimciler iş, iyi yönetim, ülke kaynaklarının adil dağılımıyla yolsuzluk, keyfi tutuklamalar ve polis gaddarlığına son verilmesini istiyorlar. Bunlar itibar ve saygı istiyorlar. Bunların hiç demokrasi tecrübesi yoktur ve demokrasinin ne manaya geldiğine dair çok az bilgileri vardır. Nüfusun yüzde 40 kadarı 14 yaşının altındadır ve sadece yüzde üçü 65 yaşının üzerindedir ki, bunlarda Baas öncesi, Esad öncesi döneminin hatıraları belli belirsizdir.

Tecrit altında olsa da, yaptırımlara maruz kalsa ve uluslararası toplum tarafından kınansa da rejimin halen birkaç sermayesi var. Ordu ve güvenlik kuvvetleri sadık kaldığı sürece muhalefetin rejimi devirmesi zor olacaktır. Muhalefet silaha sarıldıkça rejim de onu bastırmakta daha fazla haklı olduğunu hissedecektir. Bu arada, Batı’da da Suriye’ye askeri müdahale için arzu yoktur. Rusya ve Çin, kuvvet kullanılmasına yetki veren bir BM Güvenlik Konseyi kararına karşı Suriye’yi koruyacaktır. Rejim, halen büyük şehirlerde orta ve üst sınıfların büyük bir dilimiyle Aleviler, Dürziler ve Hristiyanlar gibi azınlıkların, çok sayıdaki devlet memurunun ve kuşku yok ki, Irak’taki korkunç akıbetin acılarını çekmekten korkan sessiz çoğunluğun desteğine sahipken muhalefet de bölünmüş olarak kalmaya devam ediyor.

Ölü sayısı artarken, intikama olan susuzluk şiddetleniyor, mezhepçi bölünme derinleşiyor. Ufukta iç savaş beliriyor. Bunu önlemek için acilen tedbir alınması gerekiyor.

Kaynak: Agence Global

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas