Suriye yakalanması

Suriye’de başka hiçbir seçeneğin kalmadığına dair yargı aklıma hep Thatcher İngiltere’sini getiriyor. “Alternatifi yoktur”, Thatcher döneminin doktriniydi.

Rabia’da protesto edilen ABD’nin öncülüğünde Suriye’de gerçekleşmesi beklenen bir müdahaleye kuşkuyla yaklaşanlara bozguncu muamelesini reva gören siyasetçiler ve yazar arkadaşlarımız, başka bir alternatifin olmadığına inanmamızı bekliyor. Oysa savaşı, bombardımanı bu toprakların, bölgenin kaderi haline getiren acz sendromu, barış için yeteri kadar ısrar edip etmediğimiz sorusunu bir yere kadar bastırabilir. Barış bir tercihtir ve ben AK Parti Hükümeti’nin Esat rejimine karşı barışı öne sürecek güçlülükte olduğunu düşünmüşümdür hep.

Dindarların arabuluculuğunun öneminden söz ediyor Kierkegaard. Bunu dile getirdiğimde, “arabuluculuk için iki taraf da meyilli olmalı” şeklinde bir itirazla karşılıyorum. Hiç öyle değil oysa. Sahici arabuluculuk sorunu en zor zamanlarında dahi durumun daha betere dönüşmeyeceği şekilde konuşmanın yollarını açmak üzere yola revan olmakla olası. Arabuluculuk savaşa çağıran dünyada daimi bir çabadır aslında. Özellikle sürekli kana ve gözyaşına, göçlere zorlanan bölgemizde arabuluculuk, hep sürmesi gereken ciddi bir faaliyet olabilmeliydi. 

Aklıma 2000’li yılların ikinci yarısında bölgemize yönelik savaş planlarına karşı bölge ülkelerinin aydınları arasında bir söyleşi platformu hazırlamak için faaliyet gösteren Doğu Konferansı geliyor.   

Türkiye ve İran, ve elbette iyi zamanlarında Mısır, Esad Rejimini barışla yola getirme konusunda işbirliği etmeliydi. O takdirde bunca kana ve muhacire mal olmayabilirdi savaş. İran, başka türlüsü hayal edilemezmiş gibi varlığını bloke eden savunma sebebiyle bir direniş hattının hantallığına saplanırken, Türkiye de ağabeylik konumunun jestleriyle sınırladı kendini. Suriye’ye ABD güdümlü bir müdahaleyi ne Türkiye ister ne de İran retorik olarak, ama sonuç ortada.  Kendi reformistlerini 2009 seçimlerinde şiddetle sustururken devriminin gelişme şansını engellemeseydi, İran bugün Suriye’de barışçıl çözüme izin veren bir politika izliyor olabilirdi.   

ABD’nin yanı sıra Fransa, İngiltere, Suudi Arabistan, Ürdün ve Katar’ın ortak operasyonunun bir hayra hizmet edeceği akla yakın değil. Yaklaşık olarak aynı kadro çok kısa bir süre önce Rabia Meydanı  katliamını gerçekleştiren bir darbeye destek vermedi mi?  Bir müdahalenin ardından Suriye’de oluşacak hasarın boyutlarını kimse öngöremez; plan içre plan var besbelli. Ayrıca konjonktüre göre ABD müdahalesinin “iyi” veya “kötü” diye işaretlenemeyeceği açık. Herhangi bir ABD müdahalesinin ardından mutlu olan bir toplum yok. Bu acılı bölge hangi uluslar arası kuruma güvensin?  Srebrenitsa’da  tamamen BM’nin gözetimi altında binlerce insan şehit düştü. Mustafa Kutlu son derece haklı: Ancak Müslümanlar ve ancak komşular anlaşmak suretiyle bu yangını temizleyebilir. Bunun için de farklı bir barış dili kurulmalı ve “alternatifi yoktur” söyleminden vazgeçilmeliydi.

Suriye müdahalesine her karşı çıkanın Baasçı olduğunu, nihayet Baas zihniyetine hizmet ettiğini öne sürerek savaş dışında bir alternatif olmadığı savını gündemde tutma tavrı var bir de… Doğru, kanlı kolaja dönük ihtiyatlı tutum da arabuluculuk konusunda yeteri kadar aktif olamadı; Suriye Devrimi’ne dair öngörülemezliklerin kuşatması altında. Buna karşılık savaş ve müdahale konusunda ihtiyatlı yaklaşımın “Baasçı”lıkla damgalanması, ortak mutedil bir çözüme ulaşmaya izin vermeyen aceleci analizlerin bir klişesine dönüştü. Bildiğimiz birçok İslamcı şair, düşünür aslında Baasçı mıymış? Mişel Eflak zihniyetine bel bağlamanın İslami bir tefekküre sahip herhangi bir insana kolaylıkla reva görülmesini yaşadık ne yazık ki…

Barış için sahip olunan sebepler savaşın sebeplerinin gerisine düşecek kadar önemsiz değil, ancak insiyatiften yoksunlaştığımız bir noktaya çekildiğimiz açık.  Zizek’in “çifte şantaj” dediği cendereyle boğuluyor varlığımız. Bir tarafta dikta rejimleri, diğer tarafta emperyalist müdahaleler… Bölgemiz uluslararası sistemin yapısal krizine şifa sunma adına iç savaşlarla parçalanmak isteniyor.  Müslümanların birbirlerini kırmaları sonucu veren savaşları kimi İslamcıların savunmaya başlaması, sürecin olumsuz sonuçlarından en vahim olanı belki de… Üstelik bu belalı  dönemi taşıyacak olan savaşların bize neler hazırladığına dair pek fikrimiz olmadığı göz önündeyken…  Tamam, hazırlıksız yakalandık bu duruma, fakat hiç değilse maruz kalınan, kendini dayatan bir müdahalenin emin olamadığımız niyetine övgüler düzmesek  ya…

Öte taraftan besbelli ABD müdahalesi Baas diktatörlüğüne karşı radikal bir çözüm ortaya koymayı ne istiyor ne diliyor.   Kangrene çevrilen ortamda had safhaya ulaşacak mezhepler çatışmasının nelere mal olacağından da kaygı duyuyor olamaz ABD ve dostlarının müdahale tasarısı. Böyle bir  müdahalenin gerçekte nasıl bir anlamı olduğunu yakın tarihlerde belki öğrenemeyeceğiz. Ancak bir ABD müdahalesi karşısındaki aczimizin alternatifsizliğine dair tutumumuzla kendi ortak geleceğimize ve bilincimize gölge düşürmeye devam edeceğimizi görmek için de müneccim olmak gerekmiyor.