Suriye üzerinden gölge savaşı

Suriye’de Esad rejimine karşı sessizlik duvarını aşan halkın çığlığı üzerinden ‘gölge’ savaşları yaşanıyor. Tabiatı gereği oyunun aktörleri harici. Suriye’de statükonun bozulması halk hareketiyle değişimin yaşandığı Mısır ya da Tunus’la kıyaslanamayacak kadar bölgesel etkilere sahip. 4 ülkeye yayılmış ‘büyük Kürdistan’ idealinin parçası olması, İsrail’le teknik olarak savaş hali, Hizbullah’a destek çıkması, Hamas lideri Halid Meşal’e himaye sunması, Lübnan siyasetinde oyun kurucu ya da oyun bozucu olması, Sünni Arap âlemiyle gerilimli bir geçmiş, İran ve Rusya ile müttefiklik ilişkisi gibi nedenler Suriye’yi apayrı bir yere oturtuyor. Bu faktörler üzerinden hesap güdenler, başlattıkları gölge savaşıyla Suriye halkının meşru taleplerinin masumiyetine kast ediyor.

Komplo mu?

Suriye rejimi, halkın haklı taleplerine kulak tıkamak ve şiddeti meşrulaştırmak için gösterilere ‘düşman komplosu’ dediği andan itibaren bizzat gölge savaşına davetiye çıkarmış oldu. Şam’a göre asıl şiddete başvuran Ürdün ve Lübnan’da Saad Hariri’nin Gelecek Hareketi’nin silahlandırdığı teröristler. Kast ettiği Müslüman Kardeşler. (1982’de Hama katliamı yaşanırken de Müslüman Kardeşler Saddam Hüseyin ve Suudilerin maşası olarak lanse edilmişti.) ABD ve Avrupa’daki en sadık müttefiki Britanya da, göstericilerin bastırılması için İran ve Hizbullah’ın Suriye’ye adam gönderdiği iddiasıyla suyu bulandırıyor. Sanal örgütlenmelere karşı teknik takipte geri kalan Muhaberat’ın İranlı uzmanlardan destek görmesi mümkün ama bölgenin en şedid ordusunun hariçten askere ihtiyacı olduğu tartışılır bir durum. İran da “ABD ve Siyonist rejim (İsrail) terörist grupları kışkırtıyor, operasyonları baltalıyor” diyerek safını belirledi. Hatta bazı İranlı yorumcular silahların Türkiye’den gittiğini öne sürerek Ankara’yı isyanı kışkırtan taraf olarak resmetti. Kuşkusuz ABD’nin öteden beri Suriyeli bazı muhalifleri desteklediği sır değil. Hatta elinde Iraklı Ahmed Çelebi’nin Suriyeli versiyonu bile var: Ferid Ghadri. İsyanın ‘Siyonist komplo’ olduğunu savunanların ekmeğine yağ süren bir isim. Nam-ı diğer ‘Frank Ghadri’ Yahudi lobisinin en önemli kuruluşu AIPAC’ın de üyesi. Savunma taşeronu ve işadamı.

Akdeniz’in suları kabarıyor

Britanya’nın yedeğinde de Esad’ın ‘Hama Kasabı’ lakaplı amcası Rıfat Esad var. Mayfair’de 10.3 milyon dolarlık mülkte yaşayan Rıfat Esad’ın oğlu Ribal’ın Britanya Dışişleri Bakanı William Hauge ile görüşmesi Londra ile dirsek temasının göstergesi. Fransa da eski Devlet Başkan Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ı himaye ediyor. Şam rejiminin destekçileri, bu kişileri olayların arkasındaki aktörler olarak göstermeye çalışsa da eski Baasçıların isyan edenler üzerindeki etkisi neredeyse sıfır. Sürgündeki diğer muhalifler de bu figürlere mesafeli. Muhalif cephede reform talebine yönelik en elle tutulur örgütlenme, 2005’te Şam Deklarasyonu ile ortaya çıkmıştı. Suriye rejimi bunun arkasında Amerikan parmağı aradı. Fakat deklarasyonda yer alan ‘işgal altındaki toprakların kurtarılması ve Golan’ın geri alınması’ çağrısı mızrağın çuvala sığmadığı noktaydı. İsrail’in sarsılmaz garantörü ABD’nin bu deklarasyondan yana durması mümkün mü? Bu savaşın bir başka cephesinde Rusya var. Libya konusunda BM Güvenlik Konseyi’nde Batı ile ortak hareket eden Rusya sıra Suriye’ye gelince gardını aldı. Görülen o ki Moskova, Suriye aleyhindeki kararları veto edecek. Rusya, Libya’da ‘uçuşa yasak bölge’ oluşturma yetkisinin aşıldığını, aynı hatanın Suriye’de yapılmasına izin vermeyeceğini söylüyor. Rusya’nın kararın askeri müdahaleye bahane yapılacağını öngöremediğine inanmak mümkün değil. Rusya’yı farklı davranmaya zorlayan şey, Suriye’nin Soğuk Savaş döneminden beri müttefiki olması. Rusya’nın Akdeniz’deki yegâne üsleri Lazkiye ve Tartus’ta. Üslerin selameti için Esad bıçak sırtı oluncaya dek Rusya’nın çark etmesi zor.

Krizi paralel ABD’nin USS Bataan Uçak Gemisi Suriye açıklarında pozisyon alıyor. İran da denizaltı ve savaş gemilerini Akdeniz’e doğru yola çıkardı. İran donanma güçleri geçen hafta Kızıldeniz’deydi.

Türkiye’nin rolü

Libya’dan netice alınamaması ve Esad’a alternatif bir yapı çıkarılamaması nedeniyle Suriye’ye askeri operasyonu kimse ağzına almıyor. Bunun yerine Esad’a uluslararası baskıyı arttırma yolu deneniyor. Bu noktada Türkiye’nin rolü öne çıkıyor. Hague’in “Türkiye’nin Suriye üzerindeki etkisini kullanmaya ihtiyacımız var” demesi ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile ABD’li meslektaşı Hillary Clinton’ın Abu Dabi’de Esad’a baskıyı artırmak için ortak çalışma yollarını tartışmış olması bu çerçevede önemli. Başbakan Tayyip Erdoğan balkondan “İstanbul kadar, Saraybosna kazanmıştır. İzmir kadar Beyrut kazanmıştır. Ankara kadar Şam kazanmıştır. Diyarbakır kadar Ramallah, Batı Şeria, Kudüs, Gazze kazanmıştır” diye seslenirken Türkiye’nin sınır ötesi diplomatik operasyonlarda olabildiğince aktif olacağının haberini veriyordu. Nitekim beklendiği gibi Suriye mesaisi hızlı başladı. Türkiye potansiyel krizlerin doğrudan muhatabı olması nedeniyle ister istemez oyunun içinde. Üstlendiği role ne kadar kendi rengini vereceğini zamanla göreceğiz.

ABD’nin beklentisi, bugünden yarına Suriye’de rejimin devrilmesi değil Şam’ın İran’dan uzaklaşması, Hizbullah ve Hamas’la bağını koparması ve nihayetinde İsrail’le barışması. Esad rejimi ‘aslında kendisinin İsrail’in güvenliğinin garantisi olduğu’ mesajını, Nakba ve Naksa’nın yıldönümünde Filistinlileri Golan’a göndererek verdiydi. ABD de bu mesajı almış olmalı.

Bölünme tehlikesi

Gölge savaşının ortaya çıkan net sonucu ise mezhep düşmanlığının hortlaması. 2004’te Kamışlı civarında Kürtlere karşı Arapları silahlandıran rejimin şimdi Türkiye sınırında Sünni köylerini yıkarken Alevileri silahlandırdığı söyleniyor. Bu iddia düzeyinde kalsa bile mezhep düşmanlığını kabartmaya yetiyor. Şiddet sarmalı bu şekilde sürerse bir adım sonra Suriye’nin nasıl parçalanacağını konuşmaya başlayacağız. Muhtemelen yeni Suriye haritaları tedavüle çıkacak, 1920’lerde Fransızların yaptığı gibi. O zaman Osmanlı bakiyesi topraklar üzerinde ‘Lübnan Devleti’, ‘Şam Devleti, ‘Halep Devleti’, Lazkiye çevresinde ‘Alevi Devleti’, Cebel-i Dürzî çevresinde ‘Dürzî Devleti’ kurulmuştu. Bu beşliye kuzeydoğuda bir de ‘Kürdistan’ eklenir. Evet, uçuk bir senaryo ama tarih de senaryolar üzerinden şekilleniyor. Bu arada halkın özgürlük ve eşitlik arayışı gümbürtüye gidiyor.

Kaynak: Radikal