Suriye, Sünniler ve Şiiler arasında hizipçilik ateşini yakıyor

Suriye’de daha fazla siyasi özgürlük uğruna verilen mücadele Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da çok daha büyük bir hizipleşmeye kapı aralıyor; bölgeyi ve bölgedeki çeşitli toplumları hem siyasi hem de hizbi hatlara bölmekle tehdit eden çok daha kaygı verici bir hizipleşmedir bu.

Mart ayında Suriye’de yönetim karşıtı gösteriler başladığından bu yana S.Arabistan liderliğindeki Arap devletlerinim çoğu ilk kez geçen hafta Beşşar Esad’ı kınadılar; rejimin vahşiliğinden tiksindikleri veya siyasi ve ekonomik değişimden yana oldukları için değil Esad, Şii İran’ın desteğini alıyor diye.

Bölgeyi silip süpüren gösterileri, Şiilere karşı Sünnilerdeki derin önyargılardan da ilham alarak İran’ın yıkıcı politikalarının bir ürünü olarak gören Kral Abdullah’ın başını çektiği Arap liderler Suriye’nin en sâdık müttefiki İran’ı daha da tecrit etmeye ve onlarca yıldır otokratik yönetime meydan okuyan yerli, toplumsal tabanı olan ve dış müdahaleden neşet etmeyen köklü değişim talebini ifsad etmeye bakıyorlar.

Bahreyn, Sünni-Şii ayrımından en çok etkilenen ülke oldu fakat hizipçilik, Irak siyasetini de etkiliyor ve muhtemelen Lübnan’da da gerilime yol açacaktır. Suriyeli göstericiler, hizbî  cinayetler zincirinin ortaya çıkmasını ve demokrasi yanlısı hareketin Sünniler ve Nusayriler – Şiiliğin bir kolu olan azınlık mezhebidir ve Esad da Nusayridir - arasında bir mücadeleye dönüşmesini hiç değilse bugüne kadar önleyebildiler.

Kral Abdullah’ın ve Körfez İşbirliği Konseyi liderlerinin desteğindeki Bahreyn Kralı Halife, Sünnilerin ve Şiilerin daha eşitlikçi bir konut ve toprak politikası, Meclis’te daha âdil bir temsil ve anayasal reform adına Şubat ayında omuz omuza başlattıkları gösterileri bu cemaatler arasında bir ayrım hattına çevirmeyi başardı. Gösterilerin Körfez İşbirliği Konseyi’nin desteğinde şiddetle ezilmesi, adayı birbirinden kuşku duyan Şiiler ve Sünniler arasında derinden bölmüştür. Yönetimin yaraları kapama gayretleri ise yaraya tuz basmaktan başka bir şeye benzemiyor. Ülkedeki Şii muhalefet partileri, gösterilerin ezilmesi karşısında istifa eden 18 vekilin yerini doldurmak amacıyla gelecek ay yapılacak meclis seçimlerini boykot kararı aldılar.

Lübnan ise Suriye yanlısı hizipler ülke medyasında meydan muharebesi yapsalar da sınırın hemen ötesinde cereyan eden kargaşaya karşı bahse değer bir bağışıklığının olduğunu şimdilik ispatladı. Daha önemlisi, İsrail’e karşı direnişin kalesi olarak görülen Lübnan’daki Şii milis gücü Hizbullah’ın şöhreti, bu grubun Esad’ın tarafını tutması ve Refik Hariri suikastına karıştıkları iddiasıyla dört Hizbullah üyesi hakkında dava açılması yüzünden yara aldı. Ama gene de bu kargaşanın Lübnan’ın kırılgan hizbi yapısını eninde sonunda dağıtabileceği hakkındaki endişeler sürüyor.

Irak’a gelince, Şii Başbakan Nuri el Mâliki’nin önde gelen bir Arap lider olarak Esad’ın gösterileri ezmesini kınamaktan imtina etmesi sayesinde mezhepçilik, siyasi bölünmeleri derinleştirdi. Mâliki, Esad’ı kınamak yerine göstericilere Suriye devletine zarar vermemeleri çağrısı yaptı ve İran’dan başlayıp Irak ve Suriye’ye uzanan bir boru hattı inşası dâhil ekonomik meseleleri görüşmek üzere Suriye yetkililerinden ve işadamlarından oluşan bir heyeti ağırladı. Mâliki, Haziran ayında Suriye dışişleri bakanını da ağırlamıştı.

Irak meclisinin Sünni sözcüsü Usame el Necefî ise Suriye yönetimini halkın özgürlüğünü bastırmakla itham etti ve göstericilerin ezilmesini “kabul edilemez” diyerek kınadı. Necefî, Suriye yönetiminin halkın can ve mal güvenliğini sağlamakla mükellef olduğunu söyledi ve kan akıtmaya bir son verilmesi çağrısında bulundu.

Irak’a hasar veren cihatçıların ülkeye Suriye üzerinden girdiklerini söyleyen Irak iddialarına rağmen Mâliki’nin Esad’ı kınamaya gönülsüz oluşu, onun İran’la ilişkilerinin bir uzantısıdır; ayrıca Saddam Hüseyin iktidardayken Suriye Mâliki’ye iltica hakkı tanımıştı; S. Arabistan’ın Şii hâkimiyeti karşısında duyduğu derin korku Irak’la ilişkileri sıkıntıya sokmuş ve onu Bağdat’ta büyükelçilik açmaktan vazgeçirmiştir. Doğrusu, S. Arabistan’ın mezhepçi kimliği, bölge politikalarının köşe taşıdır.

S. Arabistan’ın İran’ı tecrit etmek için iyi nedenleri var şüphesiz. İslam Cumhuriyeti, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı süpüren gösteri dalgalarını 32 yıl önce Şahı yerinden eden devrimin bir başarısı olarak gösterdi. Bahreyn ve Kuveyt’te iddiaya göre İran ajanları tespit edildi; S. Arabistan ve Körfez ülkelerinin İran nükleer programından duydukları meşru korku da var.

S. Arabistan’ın İran’ı köşeye sıkıştırma çabalarının zamanlaması bundan daha iyi olamazdı. İran’ın ABD’yle uşak ruhlu ilişkileri koparıp atan ilk ulus olma iddiası Tunus ve Mısır’ın ABD uşağı olarak görülen başkanlarının devrilmesi yüzünden tutmuyor artık. Suriye devlet başkanının düşüşü İran için önemli bir Arap müttefikinden yoksun kaldığı, siyaseten zayıflamış bir Hizbullah’ı silahlandırma imkânlarını karmaşıklaştıran büyük bir gerileme niteliği taşıyacaktır.

Arap ayaklanmalarının sonucunda İran’ın zayıflayan konumunu sömürmek bir şey; Suud-İran rekabetini hizipçi terimlerle açıklamak başka bir şeydir. Hizipçilik, tarihin seyrini geciktirse de durduramaz ve işin sonunda bölge güvenliğine-istikrarına çok daha büyük zararlar verebilecek kuvvetlerin zincirini çözebilir.

Yazar hakkında: Nanyang Teknoloji Üniversitesi Rajaratnam Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü üyesi; Wall Street Journal’de çalışmıştır.

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın