Suriye 'Libya modeli' peşinde

Hariri suikastı sonrası Batı baskısı altında bulunan Suriye'de, İsrail ve ABD'yle yakınlaşma için çabalayan ekol baskın geldi. Dışişleri Bakanı Muallim liderliğindeki grup, birçok ödün vererek ambargodan kurtulan Libya örneğini izleyip 'ılımlı Araplar' eksenine geçmek istiyor

Suriyeli ve İsrailli yetkililer arasında Türkiye'nin gözetiminde yapılan dolaylı ve gizli müzakereler altı ay önce başladı. Yani süreç bir saatin ürünü değil. Fakat görüşmelerin ilanı için bu haftanın seçilmesinin yanı sıra, Suriye'nin herkes bölgenin savaşa doğru gittiğini ve İsrail'de 60 yıl önceki kuruluştan bu yana en zayıf hükümetin iktidarda bulunduğunu düşünürken ortaya koyduğu barış eğiliminin arkasındaki etkenler sorgulanmalı.

Baskın görüş, hem ekonomik, hem de bölgesel ve uluslararası boyuta sahip olan can alıcı Suriye etkenlerinin bulunduğu yönünde. Bu etkenler mevcut müzakereci eğilime yol açtı. Birçokları, müzakereler için zamanlamanın uygun olmadığını ve başarı veya tökezleme durumunda da tehlikelere yol açacağını düşünüyor. Şam'ın bütün bu ihtimallere yönelik
hassas hesaplar yapmış olması gerekir.

Libya güvenliğini satın almıştı

Tıpkı Irak'ın işgali ve rejiminin yıkılması için ortaya konulan kitle imha silahları gerekçesi gibi, eski Lübnan başbakanı Refik Hariri suikastıyla ilgili uluslararası mahkeme de Suriye rejiminin yıkılması için kullanılabilir.
Suriye'de iki temel ekol var. İlkine modern Suriye diplomasisinin mühendisi olan Dışişleri Bakanı Velid el Muallim liderlik yapıyor. Bu ekol ılımlılık, ABD'yle doğrudan diyalog ve İsrail'le de ileride doğrudan hale gelebilecek dolaylı kanallar açılması eğiliminde. Amaç, uluslararası mahkemenin tehlikelerini ve sonuçlarını, rejimin kurtarılmasına yol açacak biçimde hafifletecek bir anlaşmaya varılması.
Devlet Başkanı Yardımcısı Faruk el Şara'nın önderlik ettiği ikinci ekolse, katı tutum, Suriye siyasetinin değişmezlerinden ödün verilmemesi, direniş hattında kalınması ve Suriye'nin Rusya, Çin ve İran'la koalisyonlarının korunmasının yanı sıra, ülkenin sahip olduğu kozları, özellikle de Lübnan'daki (Hizbullah) ve Filistin'deki (Hamas-İslami Cihat) direniş hareketlerini bırakmaması eğiliminde.

Her yolu kullanarak ABD'ye açılım ve esnekliği savunan ilk ekol, uluslararası mahkeme trajedisinden çıkış olarak 'Libya modeli'ni destek alıyor. Zira Libya, biyolojik ve kimyasal silah tesisleriyle nükleer enerji programının çözülmesi ve terörle savaşta tam işbirliğinin yanı sıra, 'terör' örgütleriyle işbirliği yapan, Libya'yı nükleer malzeme ve deneyimlerle donatan birey ve şirketlerle ilgili istenen bütün bilgilerin teslimi yönündeki bütün Amerikan taleplerine olumlu karşılık verdi. Bu ödünler, rejimin kurtarılıp Amerikan destekli bir değişimden sakınmasına destek oldu. Libya Dışişleri Bakanı Abdurrahman Şalkam, bir Pan Am uçağının 1988'de İskoçya'nın Lockerbie kasabasında Libyalı bir ajan
tarafından düşürülmesi olayında hayatını kaybedenler için ülkesinin yaklaşık
3 milyar dolar ödemesinin gerekçesi kendisine sorulduğunda, 'Libya'nın
güvenliğini, istikrarını ve ambargonun kalkmasını satın aldığını' ifade etmişti.
Bu ekolün sahipleri İsrail kapısının, Washington'la doğrudan veya dolaylı olarak Libya anlaşmasına benzer bir anlaşmaya yol açabileceğini düşünüyor. Yani suçlamaları bazı üst düzey subaylarla sınırlandırıp, rejimin başlarından uzak tutmak... Böylelikle Suriye'nin kendisine yöneltilen bütün suçlamalardan muaf kalması amaçlanıyor. Belki de gelişmeler, Lockerbie suçuyla ilgili konuda Libya'nın yaşadığı yönde seyredebilir.
Bu bağlamda, Libya lideri Muammer Kaddafi'nin temsilcisi Ahmed Kazzaf El Dem'in, geçen iki yıldır Şam'a mekik ziyaretlerinde bulunması dikkat çekiyor. Sanki Libya'nın ABD ve Britanya'yla zorlu müzakere deneyimini Suriyeli meslektaşlarına sunuyor.
İkinci ekolse, Lockerbie olayıyla Hariri mahkemesini, Libya'yla Suriye'nin
konumları arasındaki fark sebebiyle karşılaştırmanın uygun olmayacağını
düşünüyor. Nelson Mandela ve bütün Afrika kıtası Libya'nın tutumunu
destekleyip ambargoyu kırmıştı. Suudi Arabistan, Mısır ve Katar'ın ABD'yle
arabuluculuklarında temsil edilen 'destekçi bir Arap kucağı' da söz konusuydu. Dahası, 60 milyar dolarlık yıllık petrol geliri vardı Libya'nın. Suriye'yse kendisini 'şer ekseni'ne yerleştirilmiş halde ve Arap tecridi altında buldu.

Suriye'de 'gerçekçi ekolünün' kazandığı ve yönetimi kendi bakış açısını temel alıp Türk kapısı kanalıyla İsrail'le dolaylı müzakerelere girmesi yönünde ikna etmekte başarılı olduğu açık. Bu durum Beyaz Saray'a, Suriye'nin İran bloğuyla mücadele eden ve NATO üyeliğinin
yanı sıra İsrail'le iyi ilişkileri nedeniyle Batı'yla arası iyi olan Türk bloğuna geçmeye hazır olduğu işareti veriyor. Fakat bu dönüşümün stratejik mi, yoksa zaman kazanmayı amaçlayan taktiksel bir hamle mi olduğu belirsiz.

Bu ekol, İsrail'le müzakerenin ilan edilmesiyle Suriye'yi direnişçi kampından tamamen çıkardı. Bu direnişçi kamp müzakereler başlamadan önce elinde bulunan birçok kozu kaybetmişti. Zira, İsrail'in Golan Tepeleri'nin iadesi karşılığında direniş örgütlerini bırakıp İran ekseninden çıkması yönündeki taleplerine olumlu karşılık vermeye gizliden hazır
olması, Suriye'yi pratikte 'ılımlılar eksenine' taşıdı. Suriye'nin söyleminde daha bir hafta öncesine kadar bu eksene karşı çıkılıyor ve eleştiriliyordu.
Müzakereler başarısız olsaydı ve Suriye müzakereci planından geri adım atsaydı, birçoklarını bu kez ciddi olduğuna ikna etmesi zorlaşacaktı. Zira büyük ölçüde
zarar görecek olan inanılırlığını geri kazanması, sonuçları kesin olmamakla birlikte epey çaba gerektirecekti.

Abbas'tan da ders almalılar...
Şam, siyasi reform yapmaksızın ekonomik reforma giden Çin'e hayranlık duyuyor. Birçok uzmanını bu deneyimi incelemesi için Çin'e gönderdi. Her iki ülkedeki ekonomik, sosyal ve bölgesel şartların farklılığından dolayı bazı yönlerde farklı düşünsek de, bu mantıklı bir adım. Fakat Şam'ın ve Çin'deki uzmanlarının iyi incelemesi gereken mesele, Çin yönetiminin Hong Kong ve Tayvan konularını idare ediş biçimi. İlki için, Britanya
işgaline geri alıncaya dek ve tek kurşun atmaksızın 90 yıl sabrettiler. İkincisinin de aynı yöntemle ve tek bir ödün verilmeksizin geri alınması an meselesi.
Hiç kimse Suriye'nin topraklarını geri almasına ve barış içinde yaşamasına itiraz etmiyor. Fakat bedelin uygun olması ve söz konusu barışın iç güvenlik, istikrar, sosyal doku ve büyük ulusal miras üzerinde ters sonuçlar yaratmaması şartıyla... Zira İsrail iç sebeplerden ve Filistin sürecinden kaçmak isteyerek, hiçbir başarı garantisi sunmaksızın
Suriye kartını kullanmaya çalışıyor.

Libya'nın yaşadıklarını titizlikle inceleyen Suriye yönetimine, İsrail hükümetiyle faydasız müzakere deneyiminden yararlanmak için Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas'a da bir davetiye göndermelerini tavsiye ederiz.

Kaynak: Radikal