Suriye Krizi

Suriye’deki ayaklanmalar, Dera şehrinde barışçıl gösterilerin başlaması üzerinden bir buçuk ay sonra Obama yönetimine tarihe isabetli başka bir atış fırsatı daha vermektedir. İlki, 2009 Haziran’ında İranlılar Mahmud Ahmedinejad’ın iktidarda kalmasını sağlayan sonucu belli seçimleri protesto etmek üzere sokaklara döküldüklerinde gelmişti. Ancak gösteriler bir süre sonra kapalı İran toplumunu - İfade özgürlüğü ve kadın haklarından Hizbullah gibi yabancı terörist örgütleri desteklemeye değin - her bakımdan eleştirmeye vardı. Yeşil Hareket, Tahran’ın gerici yönetiminin gerçek doğasına bir çıkışmaydı. İranlıların derdi, özgürlükten daha azı değildi.

Obama yönetimi ise görmezlikten geldi. Despotizm ve uluslar kardeşliğine katılmak isteyen bir halk arasındaki çatlağın gafil avladığı Beyaz Saray, taktikler üzerinde kafa yormaya başladı. Amerikan desteği Yeşil Harekete zarar verir miydi? Yeşil Harekete kimin liderlik ettiğini veya liderlik edenlerin ne istediklerini biliyor muyduk? Yeşil Hareketin politikaları, ülkeyi halihazırda yöneten hizbin politikalarından pek farklı görünmüyor dedi başkan.

Bugün bildiğimiz şu ki, İran halkının siyasi emelleri, Beyaz Saray’ın İranlı yöneticilere erişme planlarını boşa çıkardı. New Yorker’da yayınlanan aynı makalede kendisinden alıntı yapılan bir Beyaz Saray yetkilisine göre Başkan’ın stratejisi “geriden yönetmekti.” “Hala İran yönetimiyle yakınlaşmaya çalışıyorduk ve bizi göstericilerin tarafına koyacak herhangi bir şeyi yapmak istemedik.”

Başkan Obama, Beyaz Saray’a çıktığında Suriye’yle yakınlaşma ümidi taşıyordu. Seçim kampanyasında çok şey vaat etti. George W. Bush, eski Lübnan Başbakanı Refik Harriri suikastına bulaştığı şüphesinden sonra Esad rejimini tecrit ettiyse eğer, Obama Beyaz Sarayı da Suriyelileri gruba kabul edebilir ve davranışlarını değiştirmelerinin en iyi yol olduğunu onlara gösterirdi.

Sorun şu ki Amerikalı heyetlerin ve politikacıların o aynı evanjelik gayeyle onlarca yıldır Şam’a kutsal yolculuk yapmalarından sonra Esadgil oyunun nasıl oynandığını biliyor. Amerikalılar  mesela Hizbullah ve Hamas’a destek vermekten vazgeçmek, İran’dan kopmak ve Irak’a uzanan cihatçı hattı kapatmak gibi somut sonuçlar görmeyi istiyorlar ve bu, Suriyelilere maliyetli geliyor. Bu yüzden de Esadgil çok şey vaat ediyor, hiçbir şey vermiyor ve sırf Amerikalılarla aynı masada oturmaktan kaynaklanan itibardan akıllıca kazanç sağlıyorlar. En çarpıcı ihraç kalemi terörizm olan bir ülkenin Washington’daki politikacıların hesaplarında böylesine yer tutması belki de tuhaftır. Fakat Suriye, Obama Beyaz Sarayı için merkeziydi. Başkan, Arap-İsrail barış sürecini ilerleterek Arap ve Müslüman kitlelere hüsn-ü niyetini göstermeli ve bu sûretle Amerikan karşıtı hissiyatı kırmalıydı. Obama– özellikle de Suriyeliler, İsraillilere veya Araplara yahut her ikisine karşı tek bir muhteşem şiddet hareketiyle tüm bir barış sürecini parçalayıp dökebilecekleri için - Filistin kulvarındaki ilerleme duraksadığında Suriye kulvarına daha çok ihtiyaç duydu. Dahası, barış sürecinde ilerleme sağlamın İranlıları kenara itmenin bir yolu olduğuna inandı.

Başka bir ifadeyle, Obama yönetiminin terörle mücadele stratejisi ve bölgesel güvenlik stratejisi, Esad’ı döndürmeye bağlıydı. Beyaz Saray, Suriye Ortadoğu politikasının temeltaşı diye kendi halkının üzerine tank gönderen bir adamı koruyor esasında.  

Olaylar, Obama yönetiminin Ortadoğu anlayışını fazlaca aştı. Araplar, İsrail-Filistin çatışmasından ziyade kendi siyasi yapılarının kaygısını güdüyorlar. Bölgedeki otokratik liderlere karşı bu yüzden ayağa kalktılar. Suriyeliler ayaklanmanın mottolarından biri olan “silmiyye, silmiyye” diyerek rejime bağlı keskin nişancıların ateşine ve tanklara karşı bu yüzden cesaretle karşı koydular.  

Obama’nın İran’ın başlıca müttefikine karşı yüksek sesle ve açıkça konuşmak suretiyle Ortadoğu’yu doğru anlaması için bu ikinci şansı. Ama maalesef yönetimdeki yetkililerine göre Beyaz Saray Suriyelilere karşı öyle pek kaldıraç gücüne sahip olmadığına inanıyor. Böylesi bir vazgeçiş, ABD’nin dünyada nasıl algılandığını takdir edememenin doğal bir sonucudur: Mükemmel değilse de bir liderdir o ve ahlâki berraklığın timsalidir. Eğer başkan, Arap dünyasının ve Müslümanların hayranlığını kazanmak istiyorsa, fırsat bir kez daha geldi.

Beyaz Saray ilk adım olarak Suriye büyükelçimiz Robert Ford’u geri çağırmalı, Suriye’nin Washington büyükelçisi İmad Mustafa’yı kovmalıdır. Keskin nişancıları, kendi çocuklarına ateş açan bir devlete itibar borcumuz yoktur. Rejime uygulanan müeyyideler Esad’ın kardeşi Mahir veya kuzeni Rami ile sınırlı olmamalıdır. Müeyyideler Esad’ı da hedef almalıdır. Altı haftadır kan aktığına göre Beşşar Esad’ın reformcu değil de seri katil olduğu bellidir.

Lübnanlı bir dostun da söylediği gibi “Suriye’nin, Lübnanlıların, Filistinlilerin, İsraillilerin, Iraklıların ve Amerikalıların kanından başka Washington’a sunacağı hiçbir şey yok. Rejim madem ki kendi kanını akıtıyor, Suriyelilerin kanını akıtıyor, özgür dünyanın lideri kan içinde müzakere yürütmeye nihayet son verecek mi?” Tarih boyunca kendi başarısızlıklarıyla dürüstçe hesaplaşan bir ulusun doğrulukla önderlik etmesi sadece bir ayrıcalık değil bir görevdir de. Geriden yönetmenin tehlikesi şu ki tarih sizi devre dışı bırakır.

Yazar hakkında: Neocon

Kaynak: Weekly Standart

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı