Şu üç kişi

Türk siyasetinin, Türklerin devlet geleneğiyle özdeş bir karakteri vardır. İsmi ve yönetim biçimi değişmiş olsa bile siyaset ve demokrasiye yaklaşımı, kalıtsal bir refleksin gereğidir. Türk demokrasisinin de yine Türk siyaset geleneğinden bağımsız ele alınması anakronik bir arızayı izah eder. Eski Türk devletlerinin ordu devletleri olması, devletin başı olan hükümdarların ayni zamanda ordunun komutanı olması, Anadolu Selçuklu Devleti'ndeki ikta, Osmanlı Devletindeki tımar sistemleriyle siyasal, ekonomik ve sosyal yapının orduya göre düzenlenmiş olması, Ordu-yönetim ve hatta Medrese (Eğitim Kurumları) ilişkisinin iç içe olması, bugünün siyasal kültürünün oluşmasında dominant etkenler olmuşlardır.

 

Siyasal güç dengeleri açısından mukayeseli bir tahlil yapıldığında, o dönemin kaos ve kargaşalarına gerekçe oluşturan kurumlarla, Türkiye’nin cumhuriyetten bu yana yaşadığı siyasal krizleri yaratan güçler arasında kep ve külah gibi teferruata denk gelen küçük farklar vardır.

 

Ancak eski Türk devletlerinde iktisadi düzenin bozulmasıyla başlayan başkaldırılar, yeni cumhuriyette iktisadi hayatın kötüden normale dönüştüğü zamanlara tesadüf(!) eder… Müdahil güçlerin koruyucu refleksi hep bu dönemlere denk gelen sosyal ve siyasal provokasyonlarla harekete geçer.

 

 Tımar ve İkta’dan elde edilen gelirlerin azalmasıyla birlikte ordu, ekonomik, siyasal ve sosyal yapı da bozulmuştur. Onun için saltanat tahtına oturanların genel kamu düzenine çekidüzen vermek için reform ve  ıslahatlara ordudan başlaması, orduyu iyileştirmekten çok sindirmek gibi daha çok siyasi bir balans ayarını işaret eder. (14 Mayıs 1950 seçimlerinde 408 milletvekiliyle parlamentoya girmesine rağmen Demokrat Parti’nin darbe söylentileri üzerine Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları dahil 15 General ve 150 Albayı emekliye   ayırması da Osmanlı’nın ıslahat politiğiyle yakınlık arzeder) Bununla birlikte Yeniçerilerin dönem dönem kaldırdıkları kazan aslında darbeler tarihini belleğimize yerleştirir.

 

Ordunun, siyaset makamı olan Saltanata karşı ayaklanmasında kimi devlet adamları ve bürokratlar değiştirilir, kimi sürgün ve  idam edilirken, hükümdarları tahtından eden ve  hatta idam (II. Osman) edilmelerine yol açan bu geleneğin günümüz siyaset ve yönetim anlayışıyla klasik anlamda bir nesep bağı vardır. Algı ve kavrayış şeklimizi her türlü tarihsel müdahaleden kurtarsak bile, demokrasiyi pratikte olduğu gibi teoride de sağlıklı ele almamız mümkün olmayacaktır. Biraz acımasız bir yaklaşım olmakla beraber Türk siyaset geleneğini  bu kavrayış düzleminde; militarist, seçkinci olarak karakterize etmek mümkündür.

 

Darbe siyaseti ve Fötr şapka militarizmi

 

Darbe siyasetinin hüviyeti batı hayranlığı ve batılılaşma hareketinin başlamasıyla değişmiştir. Zira Yeniçerilerin iktidara müdahalesi ve başkaldırması statükoyu korumaya yönelik bir anlam ifade ederken, İttihat ve Terakki’nin müdahaleleri statükoyu kaldırmaya yönelik bir amaca hizmet etmiştir.  II. Mahmut döneminde başlayan batılılaşma hareketinin çelik çekirdeğini oluşturan İttihat ve Terakkicilerin hararetli Batı savunuculuğunu misyon olarak sürdürmesi, batılılaşmayla beraber kazan kaldırma eylemlerini darbe siyasetine dönüştürmeyi tabii gelişim sürecine sokmuştur.

 

            İttihat ve Terakki’nin Osmanlı padişahının mutlakıyetçi iktidarına karsı giriştiği örgütlü muhalefet, Avrupa'da ve Türkiye'de yazılı basın sahibi olan muhaliflerin yönetimdeki etkin şahıslarla ve ordu mensuplarıyla da ilişkiye girmesiyle Asker-Aydın-Yönetici Elit ittifakına dönüşür.Bu ittifakla 1876'da Abdülaziz'e karşı örgütlenen saray darbesi sonrasında Abdülaziz'in yerine V. Murat geçirilir. V. Murat'ın acziyeti nedeniyle Mithat Pasa Abdülhamit’le “Kanun'u Esasi” üzerinde anlaşarak Abdülhamit sultan ilan edilir. Mithat Paşa önderliğinde gerçekleştirilen bu ilk darbe, fötr şapkalı militarizmin ve "darbelerle gelen anayasalar" geleneğinin başlangıcıdır.

 

            “Dörtlü Takrir”le başlayıp idam sehpasında nihayet bulan talihsiz demokrasi macerasının akabinde oluşturulan  anayasanın hem batıcı hem darbeci karakterine bakıldığı zaman Türk siyasetinin diyalektik mantığını kavramak daha kolay olacaktır. İttihatçıların meşrutiyet ve hürriyet çığırtkanlığıyla ve onun halefi olan 27 Mayıs tahrikçilerinin irtica karşıtı tamtamları aynı karakteristik özellikleri taşır. Bir farkla ki, 27 Mayısçılar  kendi kurdukları yeni düzenin muhafazasına yönelik statükocu bir refleks ve reaksiyonla darbeyi örgütlemişlerdir. 27 Mayıstan 27 Nisana kadar yapılan darbelerin biçimine bakıldığı zaman Jön Türklerin Asker-Aydın-Yönetici Elit şebekesinin örgütlenme modeline rastlamak kaçınılmazdır. Aynı resim bugüne kadar netliğini koruyagelmiştir.

 

            Türk siyasetinin ve demokratikleşme istencinin darbelerden yediği sille ve tokatlar günümüz siyasetinin de karakterini şekillendirmiştir. “Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz” arayışı içindeki statükocu Sol, Aydın ve Elit’in bu darbelere getirdiği yorum ise;"Darbeler demokratik açıdan değil diyalektik açıdan değerlendirilir, ne getirmiş, ne götürmüş önemli olan o."türünden hayrete şayan olmuştur. Bu darbelerin onlara neler getirdiğini hesaplamak mümkün olmasa bile Türk demokrasisinden (hiçbir zaman olmayan) neler götürdüğünü “kendiliksizleşen” siyasete bakarak yorumlamak mümkündür.

 

            Adı “Demokratik” olan yönetimlerde siyasetin standart bileşkesini oluşturan kavramlar lafzı ve ruhuyla anlam değiştirmiş ve siyaset; Plutos (Zenginler)-Kratos (İktidarlar) ya da Kleptos (Hırsızlar)-Kratos (İktidarlar) arasındaki yoz bir yönetişim biçimine dönüşmüştür.

 

            Saray-kışla-ulema sehpasında (üçayak) anlam ve irade kazanan Türk siyaseti, kılık kıyafet devriminin klasik sonucu olarak festen şapkaya geçişi becermiş ancak efendilerin rolleri ve zihniyetleri her türlü devrim ve zorbalığa rağmen varlığını koruyabilmiştir.

 

            Türkiye’de; devlet, demokrasi ve insana dair her türlü yönetsel karar, aşağıdaki üç kişinin söyleyeceği her şey, din dahil her alanda, hem fetva hem içtihat olarak benimsenir. Yerlerine kim gelirse gelsin bu üç kişinin müdafaa ettiği zihniyet hakimiyetini sürdürecektir.

            Sezer-Büyükanıt-Teziç