Şu 'kirli iş' meselesi

Geçtiğimiz haftalarda bu sitede yayınlanan  Ahmet Sait Akçay’la gerçekleştirdiğimiz  “Postkolonyalist Edebiyat ve Feminizm” konulu  söyleşide “kirli iş”lerden para kazanarak çocuklarını yetiştiren annelere hepimizin bir şeyler borçlu olduğu şeklinde bir görüş dile getirmiştim. Bir okuyucu söyleşi için yazdığı yorumda  “kirli iş” derken neyi kastettiğimi  soruyordu.  Bu konuda akla gelecek sorulara cevap aradığım ayrıntılı bir yazı bu köşede yayınlanmıştı aylar önce:  “ Filozof ve Bakıcı Kadın”.  Aynı bağlamda bir yazım “Temizlikçi Kadın ve Yazar Kadın” başlığını taşıyor, Özgün Duruş gazetesinde yayınlanmıştı.

Yine de yazayım burada: “Kirli iş”  derken  toprağın çamurun söz konusu olduğu işleri kastetmediğimiz pek açık; teyemmüm temizlenmesini öğrenen toprağın, toz olmaya devam eden yaprakların, güneşin nazarının değdiği çayırın çimenin -leke bıraksa dahi-  kirlettiğini düşünmez.

Toprak temizler, alır bedenin ve ruhun gerilim yükünü. Bulduğu her fırsatta secdeye durmak için toprak zemin arayan ben, bağ bahçe toprak işlerinin insan ruhunu yıkadığına inanırım. Mustafa Kutlu, Tolstoy, Knut Hamsun, Cengiz Aytmatov, Thoreau, Afet Ilgaz ve Blake okumayı da bu nedenle severim.  Edebiyatın  masa başına kilitlenmeye çağıran ısrarının söz konusu ettiği kireçlenme tehdidine karşı bir süredir yazılarımda,  dijital iletişim ve faaliyet alanının yayılmacılığına karşı toprakla ilişkiyi bir şekilde sürdürme gayretinin ifadesi olmak üzere elektrik çarpmalarına karşı koruyucu bir tekniği anlatan “topraklama” terimini yeniden yorumlamaya çalışıyorum.

Gökhan Özcan'ın "Banyo" fotoğrafı üzerine Edebiyat Ortamı'na yazdığım yazıda da açmaya çalışmıştım bu düşüncemi: Doğrusu insanların sağlıkları yerindeyse kendi kirlettiklerini başkalarına temizletmelerine, özel kişisel ihtiyaçlarıyla ilgili hizmetleri ihtiyacın el kapısında çalışmaya zorladığı insanlara gördürmelerine razı olamıyor ruhum. Elbet elden ayaktan düşürten hastalık ayrı bir konu.

Öte taraftan açık ki süreç insanları her zamankinden daha fazla bir baskıyla inanmadıkları gibi yaşamaya zorluyor. Kent ve çalışma hayatı gündelikçi kadınları orta sınıfın evlerine soktu. Türk işçiler Almanya’da yarım asır boyunca kirli işler sahasının sorumluğunu taşıdılar.  Şimdilerde ise Türkiye’ye yerli “bakım” işçisi yetmiyor artan işsizlik oranına karşılık, bir de  yıkılan Sovyetlerin ekonomisini toparlayamayan cumhuriyetlerinden kadınlar geliyor büyük şehirlerimize, temizlikçi, hasta bakıcı, çocuk bakıcısı olarak çalışmak üzere.  Bu mustazaf kadınların  fuhuş sektörünce nasıl istismar edilmeye çalışıldıkları sır değil. Bu arada “ev köleleri” diye bir tabir de çıktı, özellikle zenginliğin şımarttığı Arap ülkelerinde çalışmaya giden  Malezyalı kadınları anlatıyor.

Bir hayli ucuza gelen “ithal” temizlik ve bakım  işçilerinin  aldıkları parayı hak etmeleri için nasıl da bir evin olabileceğinden çok daha fazla kirlenmeye bırakıldığına dair örnekleri  aktarmak bile zorluyor dilimi. Konuşuyor, öğreniyor ama yazmakta zorlanıyorum insanın bu “kirli” yüzünü. Sovyet enkazının altında ezilmemek için kendini sınır ötesine atarak üç beş kuruş kazanmaya çalışan Özbek, Gürcü, Türkmen kadınların kirli işler alanında nasıl da tepile tepile kullanıldıklarını anlatan sayısız örnek dinledim.  “Ucuza geliyor, sessiz kalmaya zorunlu, her işi yaptırtabilirsin“, şeklinde bir kabulle tercih ediliyorlar.  Hasan Bülent Kahraman üslubunda evinin işini yapacak "şehirleşmiş hizmetçi" arayan bir” kentsoylu” değilse de öyle  olmaya çalışan kişi, bunun kestirme bir yolu sayıyor  o kadınları  posasını çıkartacak şekilde çalıştırtmayı.  (Bu bağlamda yazdığım “Altın Dişlerim” isimli hikayem Tasfiye’nin Kasım sayısında yayınlandı.) 

Muhafazakâr ailelerin yanı sıra İslami bilinç sahibi olduğunu düşündüğümüz kesimlerde de yaygınlaşıyor, evde “yabancı” yatılı yardımcı kadın bulundurma temayülü.  “Kirli iş” söz konusu olduğunda saflar, mantıklar, idealler alanında bir karışma yaşanıyor. Müslüman kişi de kadın olsun erkek olsun bazen zamandan kazanma bazen sadece statü sunumu hevesiyle söküğünü kendi diken bir Peygamber’in (s.a.) ümmeti olduğunu unutuyor.

Beri taraftan yüksek tahsilli, akademik kariyerini yapan, diplomat seviyesinde misyona sahip İskandinav kökenli kadınlar ve erkekler gördüm, kendi ev işlerini kendileri yapıyorlar. “Türkiye'de yardımcı çalıştırma işinin sol kesimlerde bile bir hayli abartıldığını, pek çok bakımdan her kesimde model olarak öne sürülen  Avrupa’da ise  entelektüel kadınların yardımcı çalıştırma konusunda çok daha sakınımlı ve ölçülü olduğunu dile getirmişti, bir ayağı Almanya’da olan yazar Dilek Zaptçıoğlu bu konu etrafındaki yazışmalarımız sırasında.  “Mesela Almanya'da çalışan kadınlar ki çoğu çalışıyor, ev işlerini hep kendileri yapıyor! Birçok arkadaşım eve dönerken alışveriş yapar, hızla bir akşam yemeği hazırlar vs. Oturduğum Kuzguncuk'ta sanatçılar, yazarlar falan var. İnanır mısınız, haftada iki gün, üç gün "kadın alırlar", yemek yaptırırlar, her şeyi ütületirler! Ben onlara bunun Avrupa'da ancak çok çok zengin kesimde normal olabileceğini söyleyince kızıyorlar. Bu hal de o evlerde çalışan kadınların onlara bakışını etkilemez mi? “ diye yazıyordu Zaptçıoğlu bir mesajında. 

Çok sevdiğim, saygı duyduğum, Seyyid Kutup’un “İslam’da Sosyal Adalet”ini bir zamanlar birlikte didik didik ederek  tartışmış olduğumuz bir ablayla sohbet ediyorduk yaz sonunda. Birkaç dil bilen üniversite mezunu kızının başörtüsü nedeniyle gönlünce  bir iş bulamayışına üzülüyordu haklı olarak. O da duyduğu öfkeyle temizliğe gelen kadına rest çekti, benim üniversite mezunu kızım günde elli lira bile kazanamıyorken  sana yüz lira veremem, dedi ve hakça olduğunu düşündüğü daha düşük bir ücret teklif etti.  Seyyid Kutup okuru abla da böyle yaklaşıyorsa, cemaat evinden site yaşantılarına atlarkan muhafazakâr  bir hüviyet edinen kimi kadınların nasıl düşüneceği bizim için bilmece olmaktan çıkıyor.

Pınar Kür yıllar önce bir söyleşisinde yazar olarak eline geçen paranın gündelikçisi kadınınki kadar bile olmadığını söylemişti.  Bu bana bir haksızlık olarak görünmüyor. Çocuk ödevlerini yapmadığı, kırık karne getirdiği zamanlarda sürekli uyarılıyor: “Kapıcı ya da inşaat işçisi mi olacaksın?”  Kapıcı kızı sadece televizyon dizilerinin ezik yüzü değil, gerçek hayat da adım başı aynı fotoğrafı sunuyor.  Kirli işin bedeli ağır olmalı, evet.

Her emek işinin sanatlaştırılması tam olarak mümkün olmasa bile, “çıkar unsuru  paranteze alınarak” bir sanat eserinin gereksindiği ihtimamla “kirli iş”, sanatsal bir faaliyete benzetilemez mi? Baudelaire benzeri bir endişeyle çöp ve paçavra toplayarak şehri dolaşan fukarayı, modern şehrin kahramanları arasında görmüştür.

Kirli işlerin mecbur kalınmadığı halde üstlenilmesi ancak yüce “bir amaç”la ilgili olduğu takdirde azap veriyor olmaktan çıkacaktır. Kojin Karatani, Transkritik’te benzeri çözümlemelere gidiyordu.  Ekonomik menfaatin öncelenmemesi nedeniyle de gönüllü olarak üstlenilen “aşağılık iş”in çilesi, bu üstlenmeyi sağlayan anlam kültürel, sosyal ya da politik her türlü çabayla desteklenirken katlanılır hale gelebilir.  Böylelikle dinamizmini koruyan toplumsal duyarlık ve vazife bilinci, seçme şansı olduğu takdirde bile kişinin daha üstün sayılan zihinsel çalışma yerine sistem tarafından daha aşağıda görülen kirli işlere dönük bir sorumluluk üstlenmesini pekâlâ mümkün kılabilir.