Stockholm sendromu sosyal demokratları esir aldı

Stockholm, sosyal demokratların ışıldayan başkentidir.
Sosyal Demokratlar üç nesilden uzun süredir uzun süredir her altı yılın beşinde iktidardaydı ve soğuk bir ulusu sıcacık bir topluma dönüştürdüler. Kapsamlı çocuk bakımı hizmeti, en iyi kamu hizmetleri ve düşük yoksulluk oranlarıyla, İsveç sol tarafından takip edilecek örnektir. Ya da öyleydi. Sosyal Demokratlar iktidarı dört yıl önce kaybetti ve pazar günü, 1930’lardan beri ilk kez üst üste ikinci defa yenilgiye uğrayarak, yeniden kazanmayı başaramadılar.

Ortadaki en acil sorular İsveç solunu ilgilendiriyor. Fakat İsveç’in sağa dönüşü aynı zamanda, dünyanın öbür yerlerinde çok uzun zamandır bu ülkeden ilham alan ilericileri de düşünmeye sevk etmeli. İsveç’te Sosyal Demokratlar’ın tosladığı sorunların ülkeye özgü yanları var, fakat bunlar daha yaygın bir hastalığın tezahürleri. İsveç’te göç çoğu yere kıyasla daha büyük oranlarda ve daha hızlı yaşandı, fakat çeşitliliğin ve ekonomik krizin birliği zedelediği tek yer burası değil.

Tıpkı azınlık karşıtı İsveçli Demokratlar’ın Riksdag’a dalması gibi, hoşgörü yoksunu sağ son dönemde İskandinav ülkelerinden Danube’ye dek hükümetlere hücum ediyor. Bu arada, sosyal demokratlar bir zamanlar hüküm sürdükleri Avrupa Parlamentosu’nda sadece yüzde 25 oranında koltuğa sahip ve hem Londra’da hem Berlin’de son 12 ayda iç karartıcı sonuçlar aldılar. Fransa ve Almanya’da şu an titrek bir iyileşme var, fakat bu da daha ziyade iktidardaki merkez sağcıların içinde bulunduğu zorluklardan kaynaklanıyor. Bankacılık krizinin solu hemen canlandıracağı yönündeki umutlar, Marksistlerin 1931’deki mali kriz sırasındaki iddiaları kadar aldatıcı çıktı.

İmalatın ve sendikaların solup gitmesi, endüstriyel dünyadaki sol açısından tanıdık sorunlar, fakat Britanya’da İşçi Partisi için özellikle alarm verici olan durum şu: İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt ekonomik krizde güçlenirken, merkez sağcı koalisyonunun zafere yakın bir sonuç elde etmesini sağladı. Britanya’da sol şu anda, Martin Wolf ve Sir Samuel Brittan’ın Financial Times’ın pembe sayfalarında sol argümanları dile getirmesi gibi bir yeniliğin tadını çıkarıyor. Fakat Stockholm sendromundan çıkmak için, İşçi Partisi’nin daha geniş bir kitleyi tutarlı olduğuna ikna etmesi şart.

Anket uzmanı Peter Kellner, ekonomik krizden bir adım geriye gidiyor ve sosyal demokrat hayallerle ilgili daha derin bir alımgücü sorununa değiniyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra doğum oranının yüksek olduğu dönemde doğanlar 65 yaşına basarken, her yerde maliyet baskısı var. Fakat bu baskılar Britanya’da, askeri tasarruftan elde edilip kamusal projelere yatırılan paranın tükenmesiyle katlanıyor. Seferberliğin son bulması Clement Attlee’nin Ulusal Sağlık Sistemi’ni finanse etmişti; Harold Wilson Süveyş Kanalı’nın doğusundan çekilerek emeklilik maaşlarında patlama yaratmıştı; Soğuk Savaş’ın son kalıntılarının çözülmesi, savaşçı Tony Blair’e bile refah devletini canlandırması konusunda yardım etmişti.

Bir sonraki İşçi Partisi hükümeti bu bağlamda pek az yardım bulabilecek. Zorunlu tercihlerin bazıları hoş olmayacak. Ücretsiz sağlık ve eğitim hizmetini koruyabilmek için, yollardan para alınması ve yeni vergiler konulması gerekecek. Emeklilik yaşının yükseltilmesi kaçınılmaz. Fakat politikaları demokratikleştirmek gibi radikal fırsatlar da söz konusu.

Avrupa’nın sosyal demokratlarının Avrupalı seçmenleri bir şeyleri değiştirebileceklerine ikna etmekte zorlanmasının nedeni, finansörlere çok fazla güç devretmiş olmaları. 1931’den sonra, Keynes’in teorisini hazırlaması beş yıl sürdü ve Avrupa’nın bu teorinin yarısını bile uygulaması 15 yıl aldı. Sosyal demokratlar bu kez, yeni bir düşünce tarzı geliştirmek için o kadar uzun süre beklemeyi kaldıramaz. (Başyazı, 21 Eylül)

Kaynak: Radikal