Söz özün aynasıdır

Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz (Yunus)

Eskiler, "üslubu beyan aynıyla insan" demişler. Meramın aktarılmasının büyük önem taşıdığı ortak görüş olduğu halde, sözün gittikçe kabalaştığı, küfürle komşu hale geldiği tabandan tavana akseden beyanlarda kendini gösteriyor.

İnsanın buluşturan ortak alan, başka ifadeyle diyaloğun mekanı saygıdır. Saygı statü, küçük-büyük, yaşlı-genç ayrımlarına gitmeden insan olma kastıyla verilen değer olarak anlaşılır. Saygının  sadece küçüklere ait oluşu da eksik bakışın ürünüdür.

Dilin yozlaşması, saygının uzaklaşmaya durduğunun göstergesi olarak ortaya çıkıyor. Sonuçta öyle bir tablo ortaya çıkıyor ki, sözün söyleniş biçimi muradı unutturuyor ve mesele biçim üzerinden tartışmaya dönüşüyor.

Evvela şunu unutmamak  gerekiyor ki, inanan insan için, insan olmak tek başına bir öneme sahip olma durumudur. Yaratan'ın ruhundan ona üflemesi insanı değerli kılmıştır. Anlaşmak her zaman mümkün olmayabilir ancak, iki insan birbirini anlama konusunda nakısa gösteriyorsa ortada bir önem eksikliği ya da kasıt var demektir.

Sözün bozulması ruhun sarsılmasına neden olurken argolaşan dil tekrar incelme durumuna, nezakete geçmede zorluk çekecektir.

Saygı için neden aramaya gerek yok.

Ancak sevgi başka.

Sevgide öznellik devreye girer, kimseye zarar vermemek düsturuyla sevgi kendine mahsus vadiyi bulur ve devam eder.

İletişimin hızı medyanın önemiyle birleşince ortaya algı oluşturma yarışı çıktı ve sözle gerçek bağlantısı yara almış oldu. Olayı kim daha tutarlı çarpıtırsa algı galibiyeti elde etmiş oluyor. Hakikatin bu durumda incineceği hesaba dahil edilmiyor bile.

Siyasiler  çarpıtma pazarında önemli paya sahipler.

Kullanılan dilin yarım oluşu, meseleyi bir yönüyle ele alış, siyasi kirliliği oluşturmakla kalmıyor, çocukça atışmalar, aşağılamaya varan suçlamalar, benzetmeler  seviyeyi sevimsiz kılıyor.

"Siyaset sonuç almak  sanatıdır" diyerek ilkeyi zayıflatmak, aynı zamanda muteber insanların siyasetten kaçmasında etkisini gösteriyor.

Kullanılan dil aynı zamanda duruşu, bakışı ortaya koyduğu gibi karakter açısından da ipuçları verir.

" İsteseniz de istemeseniz de" diye başlayan söz, parçalayıcı ve  kimilerini önemsizleştiren, öfkeyi uyandıran atmosfere sahiptir.  

Özellikle yönetici dili, gönül okşayıcı, düşündürücü ve bütünleştirici olmalıdır. Yöneticinin iyisi sürekli yetkisini öne koyan değil, insana önem verendir.

Tepede yapılan küçük bir hatanın tabana çok daha düşük seviyede  ve sarsıcı yansıyacağı düşünülürse yönetici dilinin önemi de anlaşılmış olur.

Yönetici kendini insanlardan farklı, onun üstünde gördüğünde denge kendiliğinden bozulmuş, fırsat vesvese "ustası"nın eline geçmiş olur.

Makamın büyüsüne kapılmayan kimi yöneticiler, başarılan işlerin gün yüzüne çıkmasıyla kendileri bile farkında olmadan değişime dururlar ve yine önceki haldeki iltifatları beklerler.  Bu konuda pek çok yaşanmış örnek mevcuttur.

Başarı bela olmaya başladığında iki seçenek yöneticinin önünde durur; ya kendini her zaman onaylamak durumunda olan beklenti sahibi gurubun yüceltici övgülerine kulak vermek, ya da her hâlükârda doğru söylemekten geri durmayan, acı söyleyen gerçek dostların sözlerine "katlanmak".

Katlanmak övgüye alışmış kulağa zor gelir.

Hatta acı söyleyeni anlamamakla, yetersizlikle suçlama duygusu vesvesecinin etkisiyle ortaya çıkar.

Müslüman yönetici için bu durumda önemli imkanlar mevzubahistir.

Kelamullah yegane uyarıcı, kurtarıcı misyonuyla el uzatanın elini  boş bırakmaz

" ...hikmetle, güzel öğütleçağır"...  (Nahl-125) uyarısı yapan yumuşaklığın, gönül alıcı etkisini kuşanmak işin hikmet boyutu olsa gerek.

Hikmet müminin yitik malı değil mi?