Eskiden beri söylenen bir söz var: Elçiye zeval olmaz... Tarihte ülke temsilcilerinin, mesaj götürdükleri yabancı devlet büyüklerini kızdırdığı için, kafalarının kesildiği çok görülmüştür.
“Elçiye zeval olmaz” atasözümüzün anlamı, hükümeti adına konuşan bir özel temsilcinin bu söylediklerinden sorumlu tutulmaması gerektiğidir.
Avusturya Büyükelçimiz Kadri Levent Tezcan’ın “Die Presse” gazetesine söyledikleri ve bunun yarattığı kriz, bu eski sözü anımsatıyor.
Ama bunda önemli bir fark var: Büyükelçi Tezcan, Avusturya’da yüksek bir makama, Ankara’nın bir görüşünü aktarmış değil. Üstelik, Viyana gazetesine verdiği röportajın başında, konuştuklarının “kişisel” düşünceleri olduğunu da belirtmiş...
İyi ki bunu vurgulamak gereğini duymuş. Yoksa, açıkçası kullandığı saldırgan üslup ve hakaret içeren ifadeler Türkiye’ye mal edilecek, bu da iki devlet arasındaki ilişkilere vahim bir durum yaratacaktı.
Büyükelçinin “kişisel” görüşlerini -böyle bir üslupla- ifade etmesi dahi, Avusturya’yı ayağa kaldırdı, olay durup dururken ilişkilerde bir kriz yarattı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu büyükelçinin söylediklerinin “kişisel” niteliğini vurgularken, bunun “Türkiye’nin resmi tutumu olmadığını” da belirtti. Yani Ankara büyükelçinin demecinden Türk hükümetinin sorumlu tutulmaması gerektiği mesajını verdi...
Kabahat kimde?
Aslında Büyükelçi Tezcan’ın Avusturya’daki Türklerin sorunları hakkında dile getirdiklerinin ana hatları, Ankara’nın tutumu doğrultusundadır. Türkiye bu görüşlerini
Avusturya’ya her fırsatta duyuruyor. Daha geçen ay Ankara’ya gelen Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger ile de bunlar tartışıldı.
Büyükelçi röportajında aynı gerçekleri ve bundan duyulan sıkıntıyı anlatmaya çalıştı. Örneğin, Avusturya makamlarının Türklere karşı izlediği ayrımcı politikaların Türklerin “gettolaşması”na, yani belirli semtlerde kümeleşmesine yol açtığını söyledi. Türklerin tek istediği şeyin toplumda bir “virüs” olarak görülmemek olduğunu belirtti. Genelde entegrasyon sağlanmamasından Avusturyalıların davranışlarının sebep olduğunu öne sürdü.
Avusturya’da, Almanya’da olduğu gibi, entegrasyonun büyük bir sorun olduğu açık. Bu ülkedeki 250.000 Türk bu sorunun sıkıntısını çekiyor. Bunda kuşkusuz Türklerin de dili iyi öğrenmek, yaşam tarzına adapte olmak, toplumun diğer bireyleriyle yakın ilişkiler kurmak gibi konularda ciddi çaba göstermemelerinin payı var. Ama, Türkleri hâlâ yabancı gören, onlara karşı ayrımcı bir tavır alan, onlarla kaynaşmayı reddeden Avusturyalıların (ve özellikle siyasetçilerin) de kabahati büyük.
Esas mesele
Büyükelçi Tezcan’ın dile getirdiği “doğrulara” karşılık, yaptığı “yanlış”, gereğinden fazla dobracı davranması, bir diplomatın ağzına alamayacağı sözleri sarf etmesidir. Örneğin İçişleri Bakanı’nın düşüncelerinin liberal zihniyete uymadığını, onun başka bir partide yer alması gerektiğini söyledi, Sosyal Demokratlara çattı, Dışişleri Bakanı’nı megaloman olmakla suçladı, hatta BM, AGİT veya OPEC gibi uluslararası kurumlarda çalışıyor olsaydı, kendisinin Viyana’da oturmayı reddedeceğini söyledi.
Ne yazık ki bu yanlış konuşma tarzı, esas sorunlara ilişkin doğru tespitleri gölgelemiş oldu.
Şimdi bu röportajın kaldırdığı toz dumanın dağıtılmasını soğukkanlılıkla beklemek lazım. Tabii esas meselenin entegrasyon olduğunu unutmadan...
“Die Presse”nin röportajla ilgili baş yazsı teşhisi doğru koyuyor: “Avusturya siyasetçilerinin ve kamuoyunun artık bu meseleyi dürüstçe ele alması gerekiyor.”
Kaynak: Milliyet