Sosyal telafi olarak diyet!

Bazı okuyucular, Dünya Bülteni’ndeki özgürlükle ilgili yazıları dikkatle takip ettiklerini Nisa, 92. ayetinde “hata sonucu öldürmeler”de kan bedeli diyetin yanında kefaretin neden köle olarak takdir edildiğini, bunun İslam’ın özgürlük görüşüyle ilişkisinin nasıl kurulması gerektiğini sormaktadır.

Esasında özgürlükle ilgili yazıların sonuna gelmiş bulunuyorduk. Fakat okuyucularımızın sorusu bana önemli geldi. Söz konusu ayet çerçevesinde bunu açıklığa kavuşturmakta fayda var. Bu yazıda “diyet”i, bundan sonraki yazıda “kefaret ve özgürlük” konusunu ele almaya çalışacağım.

Önce ayete bakalım: 
« Bir mü'min, bir başka mü'mini öldüremez. (Tasvip edilmediği ve cezasız kalmadığı halde) Hata sonucu olanı hariç. Kim bir mü'mini 'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka. » (4/Nisa, 92).

İslam’ın en çok üzerinde durduğu hususlardan biri temel hakların korunması, bu arada yaşama hakkının  teminatı altına alınmasıdır. Ayette « bir mü’minin bir başka mü’mini hiçbir şekilde öldüremeyeceği » hükme bağlanıyor. Bu olacak, düşünülecek bir fiil değildir. Ortak idealler ve yüksek ahlaki hedefler çevresinde kurulmuş bir cemaatin insanları birbirlerini hiçbir şekilde öldüremezler, hataen öldürme hariç. Hata sonucu öldürmelerde kasıt olmayıp kusur vardır. Kusur olmakla beraber, bu tür öldürmeler cezasız değildir. Kurtubi, ayette “munkatı’ bir istisna”nın söz konusu olduğunu, yani “illa”nın “hata sonucu” öldürmeyi tolere etme anlamına gelmediğini, aksine “ancak-fakat” anlamına geldiğini söylüyor.

“Hata” yanlış ve sonucunda zarar olan bir fiilde kastın olmamasıdır. Bunun sayısız örnekleri olabilir. Mesela av sırasında siz bir hayvanı hedef alırsınız, ama arkadaşınızı yanlışlıkla vurmanız mümkün. Hataen öldürmelerde kasıt yoksa da kusur ve ihmal olduğu düşünülebilir ki, bu yüzden söz konusu öldürmelerde çeşitli yaptırımlar (ceza ve müeyyidler) konulmuştur. Bir bölümü ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan trafik kazaları da bu kapsamda ele alınabilir.

Davud ez Zahiri, ayeti mutlak ele alıp bu tür öldürmelerde özgür ile köle arasında fark olmadığını söylemiştir. Kasıtlı öldürmeler için tayin edilen “kısas” cezasındaki “cana karşılık can” (5/Maide, 45) hükmü özgür ile köle ayırımı yapmıyor. Hz. Peygamber de mutlak bir ifade kullanıp “Müslümanlar kanlarıyla birbirlerine denktir” (Ebu davud, Cihad, 147; Nesai, Kasame, 10; İbn Mace, Diyat, 31) buyurmuştur. Buna rağmen fakihler, hataen öldürmelere köleleri dahil etmekten ictinap etmişlerdir.

Ayetin indiği tarihsel ortama baktığımızda kabileler arasında savaşlar gündelik sıradan olaylar hükmündeydi. Savaşlar herhangi bir kurala bağlanmamıştı, taraflar kan ve akrabalık esasına göre pozisyon alıyor, bir kere savaş başladı mı kim kimi ele geçirirse onu öldürmekten çekinmiyordu. Diğer yandan kan davaları da en az kabile savaşları kadar etkili ve yıkıcıydı, nihayetinde kabile savaşları ve kan davaları biri diğerini tetikleyen ve sürekli kılan iki önemli faktördü. Ayet söz konusu ortamlarda vuku bulan öldürmelerle ilgili önemli hükümler getirmektedir. Düzenleme üç grup içindeki insanların hata sonucu öldürülmesi esasına göre yapılmıştır:

a) Bir arada yaşayan Müslümanlar arasında hataen öldürmenin vuku bulması;
b) Hataen öldürmenin Müslümanların anlaşmalı olduğu grup içinde vuku olması;
c) Hataen öldürmenin savaş halinde olan bir ülkede veya düşman topluluklar içinde yaşayan birine karşı yapılması.

“Kim bir mü'mini 'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka”. Müslümanlardan biri hata sonucu öldürülecek olursa, bunun yükümlülüğü diyet ve kefarettir. Kefaret mü’min bir kölenin özgürlüğüne kavuşturulmasıdır; buna gücü yetmeyen veya imkan bulamayan kimse “iki ay peşpeşe” oruç tutacaktır.

İmam Şafii öldürmeleri üç grupta toplamıştır: Kasıtlı, hata sonucu ve kasta benzer (Şibh-i amd). Kasıtlı öldürmelerde kısas, diyet ve af söz konusudur (Bkz. 2/Bakara, 178-179, 194; 5/Maide, 45; İsra, 33; Şura, 40) . Şibh-i amd, tarzı itibariyle hata sonucu bir öldürme şeklidir ki, bunun tipik örneği Hz. Musa (a.s.)’nın bir Kıpti’ye yumruk atarken ölümüne sebebiyet vermesidir (20/Taha, 40; 28/Kasas, 19, 33). Kur’an-ı Kerim, hataen de olsa, Hz. Musa’nın fiilini “öldürme” olarak tanımlamıştır. Hz. Peygamber (s.a.) de ”Dikkat edin, kasta benzer hata ile öldürülen, kamcı veya sopa ile öldürülendir. Bu çeşit öldürmelerde yüz deve diyet vardır” (Ebu Davud, Diyat, 18). Kurtubi’ye göre Malik ve Leys b. Sa’d, kasta benzer öldürmeleri kabul etmemişlerdir. Onlara göre ısırmak, tokat atmak, kamçılamak, sopa vurmak vb. çoğunlukla öldürücü öldürücü olmayan şeylerle öldürülen kimseler kasten öldürülmüş olur ve bu durumda kısas gerekir. Kasten öldürmelerde ağırlaştırılmış diyeti akile (katilin baba tarafından akrabaları) değil, kendisi öder. Burada kasıtlı (taammüden) olmayan yani hataen ve kasta benzer öldürme olayları ele alınmakta, yaptırımlar düzenlenmektedir.

“Diyet”, kan bedeli olup mal, hayvan veya para olabilir. Eski Araplar taammüden işlenen cinayetlerde diyet almaz, bunu kabile şerefine muğayir sayarlardı, ama hataen öldürmelerde diyet alınırdı. İslamiyet bu teamülü devam ettirdi. Diyeti katilin yakınları, kabile ve akrabaları (akile) öder. Sosyolojik mahiyeti itibariyle dikkatle ele alındığında diyet, zannedildiğinin aksine “ilkel kabileler”de geçerli olan bir “akıtılan kana karşılık” ödenen mal veya para değil, adına “kan bedeli” dense de hakikatte “sosyal bir bedeldir. Hem bir sosyal telafi mekanizmasıdır hem  bu tür öldürme olaylarının sayısında azaltma sağlama maksadına matuftur.

Fakihler diyetin deve, koyun, elbise, altın-gümüş veya para-dinar cinsinden olabileceğini söyleyip bunu her yörenin özel şartlarına göre takdir etmişlerdir. Giyim sektörünün geliştiği bir yörede mesela 200 takım elbise, hayvancılığın geliştiği yörede 100 deve, 2.000 koyun, 200 sığır veya yerine göre 1.000 dinar veya 12.000 dirhem takdir edilmiştir. Demek ki aslolan belli bir miktarın maktul tarafına ödenmesidir, zamana göre birimler değişebilir. Diyetin peşin olarak ödenmesi gerekmez, üç sene içinde taksitlere bağlanarak ödenebilir. Maktul Müslüman olup da ailesi gayrı müslim ise ailesine diyet ödenmez.

Diyetin dışında kefaretin büyük önemi vardır. Diyet kan bedelidir ve maktulun varislerinin, geride kalan ailesinin hakkıdır. İki sebebi olduğu düşünülebilir: Biri, maktülün ailesinin gönlünü almak, geride bıraktıklarını teselli etmek (maddi ödeme ile manevi destek); diğeri yaşayacak olsaydı ailesine sağlayacağı maddi menfaatı bir miktar mal veya para ile tazmin etmek. İnsanın her beşeri durumda bakmakla yükümlü olduğu kimseler olabilir. Evli ise çoluk çocuğu, değilse yaşlandıklarında anne babası veya ona muhtaç durumda olan yakın akrabaları vs. Öldürme bu insanları korunmaya muhtaç hale getirdiğinden geride kalanların bir şekilde maddi bakımdan desteklenmesi icap eder. Diyeti akile öder, yani katilin baba tarafından yakın akrabaları (asebe). Bunun çeşitli hikmetlerinden biri, suç işlemeye, kan dökmeye meyilli kimseleri daha dikkatli davranmaya iter, zira herhalükarda diyet, akrabalara mali mükellefiyetler yüklemektedir. Maktulün ailesi dilerse, yani gönül rızasıyla diyet almayabilir.

Hataen öldürülen kişinin yetişkin, çocuk ve hatta cenin olması farketmez. “Şibh-i amd” adı verilen öldürme olaylarında, kişinin kastı öldürmek değildir, mesela korkutmak veya dayak atmak istemiştir, ancak  dayak (darb) ölümle sonuçlanmaktadır. Birine dayak atarken karnına basar veya beynine ağır hasar verirseniz ölümüne sebep olabilirsiniz. Bu çerçevede hamile bir kadının karnına vurup ölümüne sebebiyet veren kişi, karnındaki ceninin de ölümüne yol açarsa, onun da diyetini öder. (Müslim, Kasame, 37-39, Ebu Davud, Diyat, 19). Fakihler, bu tür olaylarda kadının cenini canlı olarak düşürmesi ve bunun tespit edilmesi şartını koşmuşlardır. Annesinin karnında ölüp orada kalan cenin için diyet ödenmez.