Soruna ne ad verelim?


Adına "Kürt sorunu", "Güneydoğu meselesi" veya başka şey densin, ortada hepimizi derinden rahatsız eden, zihnimizi meşgul eden, her geçen daha yüksek oranlarda can ve mal kaybına yol açan bir sorunla karşı karşıya bulunuyoruz. Bugüne kadar 32.500 PKK'lı, 6.250 asker, polis, öğretmen ve doktor hayatını kaybetti. Kimi kaynaklara göre bu savaşta heba olan kaynak 300 milyar dolara baliğ oluyor. Hiçbirimiz bundan hoşnut değiliz. Hepimiz bu soruna bir şekilde çözüm bulunmasını arzu ediyoruz.
      Bir çözüm bulmak gerekir, herkes kendi zaviyesinden hareket ederek bir şeyler yapmalı. Belki ilk iş olarak tanımlamayı doğru yapmak lazım. Bu sorun nedir, nasıl bir ad koymak gerekir? Öncelikle metodoloji konusu üzerinde yoğunlaşmakta zaruret olduğunu belirtmek gerekir. Bir kere şu varsayımların yanlış olduğunu kabul etmeliyiz:
      1) "Güneydoğu meselesi" dendiğinde, mahiyeti her ne ise "mesele" Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile sınırlandırılmış olur. Bu da doğru bir tanımlama değildir. Çünkü sorunu yaydığımız coğrafi alana sadece Güneydoğu değil, Doğu Anadolu Bölgesi ve diğer bölgelerde yaşayan Kürtler de girer. Kaldı ki Güneydoğu'da nüfusun tümü Kürt değil, yaklaşık yüzde 35'i Arap, Türklerden müteşekkildir.
      2) "Terör" vurgusu yapıldığında, sorunun diğer boyutları göz ardı edilip bütün mesele güvenlik ve asayiş zeminine indirgenmiş olur. Terör ve teröristin fiziksel olarak varlığı ortadan kaldırılması sorunun bitmesine yetmiyor. Yukarıda verdiğimiz rakamlar gösteriyor ki, bugün PKK'nin Türkiye içinde ve dışında eleman sayısı 5-6 bin civarında ise 1984 yılından bu yana tam 5 kere ortadan kaldırılmıştır. Mevcut 5-6 bin PKK'lıyı imha etsek bile, bu rakam 40 bine çıkmış olacak, ama dağa çıkışlar kesilmeyecektir. Demek ki çözüm, dağa çıkışlara son vermeye matuf olmalıdır, bu da sadece güvenlik tedbirleri ve asayişi arttırmakla gerçekleşemez.
      3) Bir başka görüşe göre, "Kürt" vardır, ama hepimiz kardeşiz, aramızda sorun yok, sorunu ortaya çıkaranlar birtakım iç hainler ve ülkeyi bölmek isteyen dış düşmanlardır. Bazı gafiller onlara alet olmaktadırlar. Sorun "bölücülük, dış düşmanların Türkiye'yi parçalamak istemesi"dir, demek dış düşmanların mutlak belirleyiciliği gücüne inanmak ve Kürt sorunundan bahseden herkesi iç düşman ve hain konumuna yarleştirmek olur, bu da yanlıştır.
      4) Resmi toplumun bugüne kadar savuna geldiği görüşe göre, Türkiye'de "Kürt sorunu" yoktur, hepimiz Türküz; esasında "Kürt" diye ayrı bir etnik grup bulunmamaktadır.
      5) Bazılarına göre, sorun tümüyle ekonomiktir, bölgenin feodal yapısı ve aşiret düzeni modernleşme politikaları realize oldukça çözülecektir.
      6) Diğer bir görüşe göre, ortada etnik bir sorun vardır, Kürt halkının kimliği inkar edilmiş, dili yasaklanmış, yaşadıkları bölge bilinçli olarak geri bırakılmış ve baskı altında tutulmuşlardır.
      Hakikatte çok yönlü bir sorunla karşı karşıya bulunuyoruz. En azından şu tespiti yapabiliriz: Bu ülkede yaşayan Kürt yurttaşlarımızın önemli bir bölümü mutlu değildir, şikayet etmektedirler, seslerini yükseltmektedirler. Sorunları gündeme geldiğinde, onların adına hareket ettiğini iddia eden bir örgüt (PKK) terör ve şiddet yöntemlerine başvurduğundan bundan ülkenin geneli rahatsız olmakta; sebepleri, haklılığı, mahiyeti ne olursa olsun sorun üzerinde düşünme, karşılıklı müzakerelerde bulunma talebi sürekli ertelenmektedir. Bazı Kürt kanaat önderlerinin "Terörden en çok Kürtler zarar görmektedir" demelerinin bu açıdan anlamı vardır.
      Her ne olursa olsun, ortada bir "sorun" olduğu muhakkak. Ve kişisel olarak buna "Kürt sorunu" denebileceğini düşünüyorum. Söz konusu sorunun da birbiriyle ilintili, ama her biri kendi özerk alanında önemli beslenme kaynakları olan birden fazla boyutu vardır. Bunlar da "siyasi, tarihi, ekonomik, sosyo-kültürel, bölgesel, uluslar arası, küresel ve güvenlikle ilgili boyutlar" olarak sıralanabilir.
      Bugünkü iktidar partisi de, temel bir politika değişikliğine giderek, sorunun neredeyse tümüyle ekonomiye indirgeme eğilimine girmiş bulunmaktadır. Belirtmek gerekir ki, ekonomi önemli bir faktör olmakla beraber, zaman ilerledikçe Kürtler, aralarındaki farklılaşmalara rağmen, "etnik kimlikleri"nin tanınmasını, en azından telaffuz edilmesini talep etmektedirler ve bu benim kanaatime göre, en dindarından en marxistine kadar "Kürtlerin icmaı" durumuna gelmiş bulunmaktadır. Taleplerini ayrılma noktasında ifade edenler hala genel Kürt nüfusunun yüzde 2,5'u, çözümü federasyonda bulunanlar, yüzde 7,5'u geçmemektedir. Kürt nüfusunun yüzde 90'ı "Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşlığı" şemsiyesi altında kimliklerinin tanınmasını, ekonomik durumlarının iyileştirilmesini, bölgenin diğer bölgelerle eşitlenmesini ve daha özgür, daha müreffeh ve daha güvenli bir Türkiye talebinde bulunmaktadırlar.