Bundan önceki yazımızın daha mürekkepleri kurumadan, Genelkurmay başkanı, bir resepsiyonda, seçimlerden sonraki gelişmelerle ilgili fikirleri sorulunca, 12 Nisan’da genelkurmay başkanlığının gerekli açıklamaları yaptığını ve genelkurmayın halen bu fikrini koruduğunu ve değişmediğini söylemiş. Aslında, devlette sürekliliği esası açısından çok güzel bir uygulama denilebilir. Lakin bu açıklamalardaki konu edilen kurumlarda devler kurumları olunca iş değişiyor.
Bir batı demokrasisinde, bir ordu mensubunun sivillerin at koşturduğu alana girip, sivillere neler yapılacağını söylemesi, yönlendirmeye çalışması ve hatta tehdit edercesine, aba altından sopa göstermesi pek öyle hoş karşılanan bir davranış değildir. Rütbesi ve işgal ettiği görev ne olursa olsun, anında gerekenler yapılır ve bir daha ordu kapısından içeri girmeyecek şekilde ve hiç bir şekilde ordu ile bağlantısı kalmayacak şekilde gereken ne ise yapılır. Cezası verilir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde ise, bu tür beyanatlar, ordunun siyasete karışması ve bildiri yayınlaması ise övülür ve buna alkış tutulur. Gelmiş geçmiş bütün eski generallerin fikirleri alınır ve mevcuda destek sağlanmaya çalışılır.
22 Temmuz seçimleri, öncesi ve sonrasında yaşanan tartışmaları ile halen birçok kişinin gizli gündemini oluşturmaya devam edecek anlaşılan. Henüz daha meclis toplanıp göreve başlamadan, askerlerin seçim sonuçlarını hazmedemedikleri, meclisteki yemin törenine katılmayıp protesto edecekleri, seçim sonuçlarının 27 Nisan e-muhtırası ile ilişkilendirilmesinin askerlerin hoşuna gitmediği haberleri sekiz sütuna manşetten verilmiş ve eski generallerde kaynak gösterilerek, haber ve yorumlar desteklenmiştir. Gelgelelimki, batı demokrasilerinde, sivil siyasete müdahalenin anayasal bir suç olarak görüldüğü bu davranışlar, benim güzel ülkemde, askerin sanki asıl ve esas görevi bu imiş gibi telakki edilmekte, aslında devlet mekanizması içerisinde, anayasal olarak savunma bakanlığına bağlı bir kurum, kendilerini tüm kurumların üstünde görmekte ve hatta orada görevi yürütenler aracılığı ile koskoca devlet kurumları şahsileştirlerek, demokrasinin asıl sahibi olan halk karşısında farkında olmadan, asıl işlevinden uzaklaştırılan kurumlar haline getirilmektedir.
C.Başkanlığı etrafındaki tartışmaların, seçim sonrası dineceği umulurken, Genelkurmaybaşkanının, yukarıda sözünü ettiğimiz açıklamaları ile yeniden alevlenmesi ve asıl görevi siyasi arenada muhalefet olan, anamuhalefet partisi CHP’nin genel başkanının, halkın %80’nin görüşüne aykırı olarak, yeniden çatışma ve darbe çığırtkanlıklarına başlaması, TBMM’nin içine düştüğü kurumsallaşamama problemini, yeni dönemde de sürdüreceğinin açık işareti olsa gerektir. C.Başkanını mevcut Anyasa’ya göre seçecek olan kurum TBMM’dir. Kuralı ve nasıl seçileceği bellidir. Ancak, anayasaya göre, yine devlet kurumları olan Genelkurmayın ve ana muhalefetin, meclisin karşısına dikilip, benim istediği gibi bir aday seçmezseniz sonunuz iyi olmaz gibisinden tehditlerle, sonucu etkilemeye, daha açıkçası, rejim buhranı çıkarmaya çalışmaları, adına Cumhiriyet denilen benim güzel ülkemde, demokrasiden başka her türlü rejim türlerini çağrıştırmaktadır.
C.Başkanlığ etrafında hangi isimler konuşulsa konuşulsun, A.Gül ya da bir başka isim sonuç değişmeyecektir. A.Gül aday olmasa bile, gösterilecek diğer adaylar içinde birer kulp bulunacak, aba altından sopa gösterilmeye devam edilecektir. Bunun aşılmasının ve seçilecek c.başkanı ile (kim olursa olsun) hem TBMM’nin hemde C.Başkanlığı makamının kişiselleştirilmesinin önüne geçilmesinin ve her iki kurumunda, anayasal ve demokratik kurumlar olarak yeniden eski statülerine getirilmelerinin, en çıkar yolu, CHP lideri Baykal haricinde-her halükarda gelmiyecek ve tehditlerini savurmaya devam edeceği için, katılımı beklenemez-, meclise giren tüm siyasi parti liderlerinin ortak basın toplantısı düzenleyerek, meclisin statüsüne vurgu yapmaları ve bu meclisin c.başkanını seçeceğini açıklamaları gerekir. Bu, hem devlet içerisinde, kurumlar çatışmasına bir son verecektir, hemde halkın kendilerine verdikleri görevin bundan sonra hakkı ile yerine getireceklerini göstermiş olacaklardır. Tüm karşı çıkmalara rağmen, kendi istediği C.Başkanını seçen bir TBMM, ancak ondan sonra sivil anayasa tartışmalarına sahne olabilir ve kurum olarak kendi vazifelerini yerine getirebilecektir.
Son C.Başkanlığı seçimleri sırasında, büyük imtihandan geçen Türk demokrasisinde, sınavı kazanan tek kurum seçmen olmuştur. Her türlü çığırtkanlığa, kışkırtıcılığa rağmen, bunlara uymayarak % 84, 16 gibi bir katılımla sandığa giderek, kararını vermiştir. Artık her şey, yeni seçilen 549 kişinin elindedir. Yeni meclis yemin edip göreve başladıktan sonra, c.başkanlığı seçimi ile ilk büyük imtihanını verecektir.
Devlet kurumları arasındaki çatışma, demokrasiye en büyük zararı vermektedir. Sürekli bir kurumun öne çıkması ve bu kurumun bir vasi gibi, diğer bütün devlet kurumlarına tahakküm etmeye çalışması, artık aşılması gereken bir engel ve hatta tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlık olarak görülüp, elbirliği ile tedavi edilmesi gerekir. Bu açıdan, meclise giren, Baykal haricindeki tüm siyasi liderlere bunun millete açıklanması ile ilgili büyük görevler düşmektedir. Bu hususta ilk adımı atacak olan, bu meclis içerisinde, milletin yanında en büyük değeri kazanacaktır.