Sorumluluklarımızı Kuşanmak

Müslümanların anlamsızlık girdabında boğulmaya yüz tuttuğu bir zaman dilimine tanıklık ediyoruz.

Anlamsızlık pragmatik bir yaşamı zorunlu kılıyor…

Bu pragmatik davranış zorunluluğu beraberinde üç olumsuz tavrı içselleştirir:

Çıkarlar uğruna feda edilmeyecek bir değerin kalmaması! Kutsalın çıkara feda edilmesi…

İhanetin ve satışın meşrulaşması…

Ahlaki yozluğun ahlaka dönüşmesi…

Bu üç tavır, bir insanın Müslüman olarak kalmasına imkân tanımadığı bilinmelidir…

Bu anlamsızlık girdabından çıkış nasıl sağlanabilir?

Anlam düzeyine çıkarak anlamsızlık girdabı boşa çıkarılabilir…

Anlam düzeyine çıkma sorumluluk duygusuna sahip çıkma ile gerçekleşir…

Sorumluluk duygusu sıradan bir duygu mudur?

Hayır!

Anlam arayışı soylu davranışları tetikler, soylu davranışlar soylu insanların habercisidir. Soylu insanlar soylu inançların varlığına delil! Soylu inançlarda sorumluluk duygusunu kuşanan bir öncü kuşağı müjdeler…

Burada temel sorumluluk alanı ile ilgili konuya girmeden sorumluluk sahibi insanın temel vasfını Kuran'dan takip edelim…

Kuran 'Ey iman edenler; iman ediniz' hitabını iki yerde kullanır. Ve arkasından gelen haberler Kuran da bahsi geçen iman konularına yeniden dikkat çeker! Ancak bu yeniden iman mevzuu benim için çok önemli…

Merhum Muhammed Hamidullah hoca 'İslam Peygamberi' adlı harika eserinde şu tespiti yapar:

"Peygamber (as) vahyin inkıtaa uğraması sürecinde bir bocalama dönemi geçirir. Ve bu süreç üzerine Muhammed 'Muhammed'ün Resulullah' olduğuna iman eder. Yani peygamber kendi resullüğüne iman etmiş olur."

Bu durum öncü kişilerin kendi imanlarına yönelik iman tazelemelerinin önemini ortaya koyar!

Kuran öncü insanı 'mukarrebun' olarak tanımlar. Kitaba varis bırakılanları sayarken veya cennete girecekleri belirlerken bu kavrama dikkat çeker! Mukarrebun benim literatürümde 'sorumluluklarına müdrik ve ömrünü Allah'a yönelmede harcayan kişi'dir.

Kuran bu kişinin temel vasıflarına göndermeler yapar:

Akıl sahipleri… (ulul akilin)

Öz bilgisine sahip insanlar… (ulul elbab)

Kalpleriyle durum muhakemesi yapanlar… (fi kulubihim yefkehun)

Akıl sahipleri; bu kavram mevcut akıl kavramına bir gönderme değildir. Rasyonalist bakışın akla yüklediği anlam olamaz. Bu daha çok Kuran da dikkat çeken külli bilgiyi, külli hakikati algılama ile bağıntılı olmalıdır. Tikel değil tümeli görebilen bir bakış! Öz bilgisi ise; külli bilgiyi ve hakikati soyut zeminde muşahhaslaştırarak cüzi olana, tikele uygulamaya hazır hale getirmedir. Kalpleriyle durum muhakemesi yapanlar ise; cüziye ve tikele uygulamaya hazır hale gelmiş bilgi ve hakikati doğru bir şekilde; ahlaki ve adalet ilkelerini hayata yansıtma duruşudur…

Sorumluluklarımızı ancak sahih ve salih bir düşüncenin/eylemin sonunda üstlenebileceğimiz bir düzeyde kuşanabiliriz…

Bu durum bize üç çerçeveyi işaret eder…

Birincisi, bütün insanlığı fesattan çıkarma amacıdır. 'yeryüzünde fesat kalmayıncaya kadar cihad edin' emri ilahisidir…

İkincisi, ümmeti içinde bulunduğu durumdan kurtarma sorumluluğudur…

İslam dünyasının içinde bulunduğu meskenet, mezellet ve perme perişanlığı hepimiz biliyoruz. O zaman elbirliği ile bu ümmetin öncüleri güç birliği yaparak ümmeti içinde bulunduğu bu zelil halden kurtarmalıdırlar…

Üçüncüsü, içinde yaşadığımız topraklar ve bu toprakların üzerinde yaşayan insanları kurtarma sorumluluğu ki; 'davete en yakınlarınızdan başlayın' emri ilahisi de buna işaret eder…

Elbette ki bu üç sorumluluk alanı da kendi aralarında bölümlemelere sahip olabilmelidir…

Kendimizden başlayarak sorumluluklarımızı hatırlamak istersek:

Kendimizi tövbe ibadeti ile arındırarak kesin bir dönüş ile inançlarımıza uygun bir yaşamı hayata geçirmeliyiz. Bizimle aynı süreci paylaşan diğer kardeşlerimizle birlikte neler yapabileceğimizi müzakere ederek ilk adımı atmalıyız…

Bu güne kadar yapılan hatalardan dersler çıkararak yeni adımların hatalardan mümkün derece uzak olmasını sağlama çabasına ortak olmalıyız. Kardeşlik duygularını ve aramızdaki ülfeti çoğaltacak eylemleri öncelikle kendimizle/kendimizde başlamalıyız…

Yardımlaşmayı ve tesanüdü vazgeçilmez bir tavır olarak benimsemeli ve fedakârlığı öncelikle biz yapmalıyız

Bir 'dava' üstlenecek şahsın ahlaki davranışları iki kere önem kazanmalı ve emin vasfını zedeleyecek tavırlardan uzak durmalıdır…

Çağın dilini kuşanarak dil sorununu çözen!

Her peygamber kendi kavminin dili üzere gönderildiği gibi bu günün dava erleri de içinde yaşadıkları toplumun dilini kuşanarak sorunlarını ve davalarını anlatmayı başarmalıdır…

Çağın sorunları karşısında dava sahipleri inançlarından kalkarak bir çözüm üretebilmeli…

Çağın sorunu illaki dinden neşet bir sorun olmayabilir. Kendi bağlamı içinde; teknik, siyasi veya mekânsal değişimin sonucu oluşmuş sorunlar meydana çıkabilir. İşte dava insanı bu sorunları doğru anlamalı ve doğru çözümler geliştirmelidir…

Dava insanı bilgiye karşı yansız bir tutum geliştirirken bilgiye yönelik bir ön kabul ve ret tutumunu öncelememelidir… Çünkü bilgiye yönelik bir ön kabul veya ret, bilgi ile olan sahih bir ilişkiyi engeller ve hakikate yönelik arzuyu tüketir…

Bir dava insanı şu hasletleri taşımalıdır:

Şahsiyetli, bilgili, irade sahibi, bağımsız karakterli, ahlaki bütünlüğe sahip, iman ve amel bütünlüğünü koruyan, kuşatıcı; ayrıntıya sahip ama ayrıntıda boğulmayan, merhametli; müsamahakâr, ama eğilip bükülmeyen, diyaloga açık ama asla taviz vermeyen özelliklere sahip olmalıdır…