Sonlu dünyada sonsuzu aramak

Eğer bir kurtuluş teorisi yoksa insanın, korkmalı. Dünyanın böylesine küçültüldüğü ve hedeflerin bir anda karşı karşıya getirildiği bir dönem olmadı. İnsanlık övünecekse bu negatif başarıyla kendini ödüllendirebilir ve ne kadar "ileri" gittiğini, pek çok göstergeyle ortaya koyabilir. Ancak dünyanın her gün daha güvensiz mekana dönüştüğünü nasıl saklayacağına da karar vermesi gerekir.

İnsan öyle yalnız ve öylesine korumasız ki.

Dünyanın her hangi bir noktasında biri, huzur içinde yaşamaya karar verip tarlasında kendine kulübe yapıp yaşamaya kalksa, bırakmazlar. Söze konu olan bu insan, öldürülmeye açık bir hedef olmadığını düşünemez duruma, dünyanın pervasızlığı sayesinde düşmüştür.

İnsanın tefekkürden kopması, bencilliğini besleyerek güce dönüştürmesiyle gelişen yok edici maharetiyle galibiyet hissiyle düşüşe geçti. Niyetin yıkımla buluşması, kalbin metalleşmesi, sayesinde ortaya çıktı.

Namlu icat edildiğinde, önemli bir yabancılaşma ortaya çıktı. İnsan bir başkasını ikna etme, hakkını hukuk yoluyla elde etme yerine, korku veren bir silaha, adaletten kopuk bir güce sahip olduğu için, önemli hale geldiğinde güzergaha girilmiş oldu.

Ateşli silahlar, çok geçmeden, kitle imha silahlarına dönüştü. Bir pilot yüzünü hiç görmediği, haklarında bilgiye de sahip olmadığı, savaşamayan, yaşlı, çocuk, bütün sivilleri bir düğmeye basarak yok ediyor!

Alacağı ikramiye karşılığında böyle bir faciaya neden olan bünye, hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam edebiliyor. Dahası, bu kararı alanlar, onaylayanlar, karşı çıkmayanlar, işlemi sıradan görenler, insana biçilen anlamla ne kadar ilgili olabilir?

İnsanın iflası burada başlıyor.

Haksız savaşların öznesi olma, en yırtıcı hayvandan daha şedit hale gelmeye, zafer ismi verilmesi...

Ve sonuçta kinlerin kinleri beslemesi, silah sektörünü kamçılamak anlamına geliyor.

İnsan bu aşağılık duyguya nasıl ulaşıyor ve bu kalkışma nasıl toplumsallaşıyor ve her şey normalmiş gibi, hangi gerekçelerle sürebiliyor?

Dünyaya uzaydan bakan yabancı bir göz, görür ki, dünyanın batısında silah ve akıl üretiliyor. Sonra bu akıl ve silahlar Müslümanların bulunduğu coğrafyalarda işleme dönüşüyor. Vicdanla bağlantısı nasıl kuruluyor; ötekileştirilerek.

Öteki kimdir?

Öteki icat edilmiş biridir. Anlam dünyasında, öldürülmesi gereken, insanlığa düşman, canavardan daha tehlikeli biridir ve mutlaka yok edilmelidir.

Niçin yok edilmelidir?

Çünkü farklı. İnancı, fikri, ameli, düşleri rahatsızlık veriyor. Dünyada ölümsüzlük arayanlar için, tehlike. Dünya kaynaklarının rasyonel bakışa hapsedilmesi de araya alınırsa, öldürülmeyi hak eden bir insan kitlesinin oluşumu ortaya çıkıyor ve toplumsal kabule dönüşerek kült halini alıyor. Sayıları sınırlı, tekil insanlar dışında, toplumsallaşan cinnet halini sorgulamak, eleştirmek sağlığa zarar bir durum olarak kabul görüyor. Bu sayede menzili uzayan, kapsama alanı genişleyen kitle, imha silahlarını geliştirerek üretmeye devam ediyor.

Dünyayı bir kaç defa insansız bırakacak kadar silahın varlığı, modern dönemi övünç kaynağı olmayı sürdürüyor.

Farklı açıdan bakıldığında, iki ölümsüzlük mücadelesinin çatışmasıdır bu. Biri bahsettiğimiz, dünyada ölümsüz olma evhamının arayışı. Diğeri ahiret yurduna göçmede rahatsız olmayan, bizzat, Rab'be kavuşmayı bahtiyarlık gören anlayış.

Müslümanlar ölmekten gocunmazlar. Çünkü ölmeyi bilmenin inceliklerine sahiptirler ve ölmekle yok oluşa değil, aksine ölümsüzlüğe kavuşacaklarına inanırlar. Müslüman için öteki, tebliğ ulaştırılacak insandır. Bundan dolayı, öldürmeye öncelik tanımazlar. Kendilerini savunmak için başlayan savaşların meşruiyeti olmak zorundadır.

Öldürmeye susamakla, ölmeyi bilmek arasında iki medeniyet farkı yatar.

Ölmeyi bilenler var oldukça, öldürmeye susayanlar öldürdükçe korkuya kapılmaya başlayacaklar. İki ebedilik arasındaki fark, iman ve inkar olarak kıyamete kadar sürecek, çatışmanın tarafları olarak varlıklarını koruyacaklar. Ancak ahiretin, ölümle tecrübeye imkanlı olması, dengeyi seküler ebedilik adına bozuyor ve ortaya kendimizden edindiğimiz düşmanlar zuhur ediyor.

Kendileri dışındaki bütün yorumları inkarla eşitleyip, Mevla'nın meramını yalnız kendilerinin bildiğini, icraatlarıyla ortaya koyanlar, inkar ehliyle aynı paydada çelişkili bir biçimde buluşabiliyorlar.

Batıdan gelen aklı en çok onlar tüketiyor ve ellerindeki silah markalarının adresi yine oraya ait. Müslümanların düşmanlarına dokunmuyorlar ve patronlarının çizdiği haritayı toprağa düşürme ameliyesini büyük bir gayretle yerine getirmeye çalışıyorlar.

Kitabı ellerinden düşünmüyorlar ancak, içine giremiyorlar.

Müslümanlar bu iki cepheye karşı, ölmeyi bilme söylemiyle karşı durabilirler.

Ölmeyi bilmek, dünyayı içine almadan, dünyada yolcu gibi var olmanın çabasıyla mümkündür.

Bir başka ifadeyle, Kitabı kana karıştırmak...

Yoksa tarlasındaki kulübede yaşayanı, başına düşecek bomlardan kim koruyabilir?

Sonlu dünyada sonsuzu aramak, bir tas suda gökyüzüne sahip olmaya benzer.