Genelkurmay dün bir açıklama yaparak, Hudson Enstitüsü'ndeki tartışılan toplantı ile ilgili spekülasyonları Yasemin Çongar'a fatura etti.
Açıklama SAREM Heyeti'nin toplantıya iştirakini "kısmî" ve "habersiz" bir katılım olarak niteliyor. Ama, Askerî Ataşe'nin haberli ve tam zamanlı katılımına bir açıklama getirmiyor. Açıklamadaki üslubun sertliği, ikna ediciliği sağlamaya yetmiyor. Özellikle dışarıda hazırlanan vahşi senaryolara karşı vatandaşlara güven vermiyor. Komplolarla iç içe yaşayan toplumun daha fazla bilgiye ve açıklığa ihtiyacı var.
Vahşi senaryolar, her bölümüne birkaç komplo teorisinin sığdığı yerli dizilerin kısır ve sığ dünyasına uyuyor. Birileri oturuyor bir senaryo yazıyor. Sonra siz kendinizi bir bataklığın içinde debelenirken buluyorsunuz. Hayat, masa başında yazılmış senaryolar tarafından belirlenen bir oyun olarak sürüyor. Uluslararası alan, senaristlerin satranç oyununa sahne oluşturuyor. Siyaseti, sadece buzdağının görünen kısmıyla izliyorsunuz. Derinlerde, alt alta, üst üste bir yığın senaryo kuvveden fiile geçiriliyor. Hayatınızı, derinlerde yazılan senaryolarda size verilen küçük bir rolü oynayarak sürdürüyorsunuz. Bunların hiçbiri doğru değil. Çünkü kimse, kadere hükmeden bir tanrı değil. Elinizde ne kadar büyük bir güç olursa olsun toplumların kaderini, yazdığınız senaryolara sığdıramazsınız. Çünkü birileri senaryo yazarken toplum kendi bildiğini okumaya devam ediyor. Bu işlerde en iddialı olması gereken sosyal bilimler uzun zaman toplum hayatını kontrol altına almaya çalıştı. Bugün sadece çok azını anlayabildiğini ve açıklayabildiğini itiraf ediyor.
Gelecek öngörülemez. Çünkü gelecek, bizim eylem ve kararlarımızdan bağımsız şekillenemez. Kısaca, karşımızda bizi bekleyen bir gelecek durmuyor. Geleceği biz, bugün verdiğimiz kararlarla belirliyoruz. Hudson Enstitüsü'nde tartışılan senaryonun arka planında futuroloji (gelecekbilim)in bu kabulü yer alıyor. Yani tartışılan senaryoların hiçbiri masum değil. Çünkü geleceği öngörmek değil, inşa etmek amacını taşıyor. Tam da bu noktada iyimser olmamızı gerektiren birçok sebep var. En başta, yüzlerce düşünce kuruluşuna rağmen ABD, kendi geleceğini inşa edemiyor. ABD'nin içinde debelendiği Irak bataklığı, bu öngörüsüzlüğün can sıkıcı örneği olarak karşımızda duruyor.
Senaryolar, "savaş oyunları"nın siyasal uzantılarını hareket noktası olarak alıyor. Bizde bu alan asker muhakemesi ile şekillenen "siyaset mühendisliği" olarak ilgi görüyor. Masa başında siyaseti biçimlendirecek, dengelerini değiştirecek kararlar alınıyor. Sonra Soğuk Savaş'tan kalma "psikolojik harekât" teknikleri, yani kamuoyunu etkileme projeleri devreye sokuluyor. Güya demokratik tercihler, masa başında alınan kararlar ile değiştiriliyor. 28 Şubat Süreci, başından sonuna kadar bu tekniklerle yürütüldüğü için, yakın tarihimizin zengin bir "psikolojik harekât laboratuvarı" hüviyeti taşıyor.
Askerî perspektif, savaşı düzenli ve disiplinli bir tarzda yürütmek gerektiği için basit ve keskin hatları olan muhakemelere dayanır. Bu basitlik toplumsal hayatın giriftliğine nüfuz edemediği için, bugüne kadar uygulanan "psikolojik harekât" projelerinin hiçbiri yürümemiştir. Bu projeler sadece yok etmekte başarılı yıkım mühendislikleridir. Askerî müdahalelerin tamamının ülkeye zarar vermesinin gerçek sebebi, askerlerin vatanseverliklerinin az olması değil, askerî muhakeme tarzının sivil toplumsal-ekonomik hayat için tahrip edici olmasıdır. Devlet ve milleti korumak için askerleri siyasetin uzağında tutma zarureti de bu tahribatı önlemek içindir. Çünkü asker toplumsal hayatı tahrip ederek kontrol altına almakta, sonuçta ülkeye zarar vermektedir. Bugün en geri ve çağdışı totaliter ideoloji olan Yeni Ulusalcılığın doğal müşterisinin askerler olması bu yüzdendir. Hudson'daki senaryolar, bizdeki psikolojik harekât senaryoları gibi akla zarar senaryolar. Ama önemli olan senaryo değil senaristler. Senaristlerin gözü ise 22 Temmuz'daki sandıkta. O zaman en güçlü senarist, oy atacak vatandaşdan başkası olamaz.
Çevremizde dönüp duran felaket senaryolarına takılmayı bırakıp kendi senaryomuzu yazmaya koyulalım. Yazalım ve 22 Temmuz'da uygulayalım. Geleceğimizi belirleme konusunda, 41 milyonun birlikte yazdığı senaryodan daha güçlüsünü kim yazabilir?
Kaynak: Zaman