Siyasi İslam, büyük Orta Doğu boyunca çarpıcı bir şekilde geri geliyor. Batı'daki bazı insanlar, tehlikeli bir jeopolitik altüst oluş olarak görerek buna alarma geçerek karşılık verecektir. Demokratlar, laikler, feministler, Hristiyanlar ve diğer dini azınlıklar, katı bir şekilde tatbik edilecek İslam hukuku Şeriat'ın, özgürlükleri ve hayat tarzlarını tehdit edeceğinden korkabilirler. Ama bu korkular, en azından çoğu Arap ülkesinde tamamen asılsız değilse de hemen hemen kesin olarak mübalağalıdır.
Tunus'un önde gelen İslami partisi Ennahda'nın (Uyanış) son pazar günkü seçimde zafer kazanması, siyasi İslam'ın Arap aleminde yeniden canlandığının son örneğidir. Ama aynı zamanda bu, rahatlamaya da sebeptir. Bu ılımlı İslami parti, İslam'ın ilk dönemlerindeki uzlaşmaz değerlere dönülmesini talep eden sertlik yanlısı Selefilerle karıştırılmamalıdır.
Ennahda, yeni kurucu mecliste mutlak çoğunluğu elde etmeden ülkeyi tek başına idare edemez. Hatta buna niyet dahi etmez. O, sosyal adalet, iktisadi kalkınma ve temiz hükümete dair programlarını uygulayabilmek için bir koalisyon kurmaya çalışacaktır. Parti, bilhassa demokratik özgürlükler ve kadın hakları olmak üzere geçmişteki başarıları aşındırmamaya ya da bunları geri almamaya söz verdi.
Bununla beraber, Libya'da geçici lider Mustafa Abdulcelil, "Şeriat'a karşı olan her kanun hukuken geçersiz olacaktır" diyerek korkuları yeniden harekete geçirdi. Tatbikata sokulursa bunun, bilhassa kadınlar olmak üzere miras, boşanma ve çok evlilik gibi konularda insanların şahsi statüleriyle ilgili kanunlar üzerinde etkisi olacaktır. Ama gerçekte bunun pratikte ne manaya geleceği henüz belirlenmiş değil.
Trablus'a saldıran ve şehri ele geçiren isyancı kuvvetlere Afganistan'da Sovyetler'e karşı çetin bir savaş veren bir İslamcı, Abdulhakim Belhac liderlik etti. CIA ve İngiltere'nin MI6 kurumu tarafından takip edilen Belhac, Libya'ya gönderilmiş ve Ebu Salim hapishanesinde yedi sene işkence görmüştü. Onun Batı çıkarlarına bağlılığına bel bağlanmaması gerekiyor.
Arap Baharı'ndaki ayaklanmalar niçin siyasi İslam'ı öne çıkardı? Sebeplerden biri, onlarca yıldır Batı tarafından desteklenen Arap otokratlar eliyle ızdırap çeken İslamcıların şimdi şehitlik gömleğinden istifade etmeleridir. Ennahda'nın genel sekreteri Hamid Cebali, 10 sene hücre hapsi de dahil, 16 yılını hapiste geçirdi. Partinin manevi lideri Raşid Gannuşi, 22 senesini sürgünde geçirdi.
Mısır, Suriye, Libya, Cezayir ve diğer yerlerde İslami hareketlerin çok sayıdaki üyesi takip edildi, hapsedildi, öldürüldü ve işkenceye maruz kaldı ya da yurt dışına kaçtı. Suriye’de Müslüman Kardeşler 1980’lerden bu yana yasaktır. Buna üyelik büyük bir suçtur. Şam’da bir rejim değişikliği olursa, açık ara farkla en organize muhalif hareket olarak İslamcılar, en belirgin bir şekilde ortaya çıkacaklardır.
Siyasi İslam’ın zuhurunun bir başka sebebi, çoğu Arap ülkesinde, özellikle de az ya da hiç petrol geliri olmayan ülkelerde seçmenlerin büyük bölümünün fakirlik ve mahrumiyetidir. Serbest seçimler, sonunda bu alt sınıflara seslerini duyurma imkanı verdi. İslamcı partiler, uzun bir süredir kendilerini bu imtiyazsız kesime yardım faaliyetlerine adamıştı. Bunlar, tüm partiler arasında halka en yakın parti olduklarını haklı bir şekilde iddia edebilirler.
Tunus devrimi orta sınıfın bir başarısı değildi. Bu, tersine, toplumun uç kesimlerinde bitmek bilmeyen sefaletler ve eskiden iktidarda olan seçkinler, özellikle de eski Devlet Başkanı Bin Ali ve karısına yakın zengin kesimdeki büyük yolsuzluklardan acı çeken genç erkekler ve kadınlar tarafından gerçekleştirilmişti.
Tunus’ta turistlerin gördükleriyle -sahilde oteller, restoranlar, konforlu villalar, iyi asfaltlanmış yollar, etkili hizmetler vesaire-, iş imkanlarının kıt olduğu, şebeke suyunun lüks ve çoğu kişinin bundan mahrum olduğu, tıbbi hizmetlerin hemen hemen hiç olmadığı ve hükümetin kayıtsızlığının öfkeli şikayetlere mevzu olduğu ülkenin içi arasında çarpıcı bir tezat var.
Aynı şey Suriye için de geçerlidir. Şam ve Halep’te durumları iyi olan tüccar sınıfı şimdiye kadar rejime sadık kalırken muhalif kitlenin büyük bölümünü kuraklık ve hükümetin ihmalinden ciddi şekilde muzdarip olan fakir köylüler oluşturdu.
Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in de önümüzdeki ay yapılacak seçimlerde iyi iş çıkarması bekleniyor. Ama Tunus’taki Ennahda gibi bunlar da tek başlarına iktidar olmayı amaçlamıyorlar. Nüfusun büyük çoğunluğunun iktisadi taleplerini karşılama vazifesi oldukça göz korkutucudur. İslamcıların bu yükü tek başlarına taşıma gibi bir gayeleri yoktur. Bunlar insanların hayalini kurduğu üzere bir gecede yüz binlerce kişiye iş, ev, öğrenci bursu, düşük ücretle tıbbi hizmetler, etkili kamu hizmetleri verecek iktisadi bir mucize olmadığının tamamen farkındadırlar. Tüm bu ülkelerde devlet müesseseleri ve ekonomiyi yeniden inşa etmek uzun ve zorlu bir süreç alacaktır ve beklentilerin çoğu da hayal kırıklığıyla neticelenecektir.
Bununla beraber, İslamcı hareketlerin kazançlı oldukları bir başka durum da bunların, Müslüman-Arap kimliklerinin tasdikine dair kitlelerin şimdiye kadar ket vurulmuş ama büyük ölçüde içlerinde kalmış tutkularını, rakiplerine göre çok daha açık bir şekilde ifade etmeleridir. Küçük bir Batılılaşmış seçkin kesim dışında çoğu Arap, Tanrı’dan korkar, toplumsal açıdan muhafazakardır ve geleneksel hayat tarzlarına bağlıdır. Bunlar, kendilerine Batı modeli bir toplum empoze edilmesi teşebbüslerinden –ki, bunu dış güçlere atfederler- mutsuzdurlar. İslami partiler, Afganistan’da Taliban’dan, Gazze’de Hamas’a ve hatta kendi yolunda giden Tunus’taki ılımlı Ennahda’ya kadar bu amacın şampiyonudur.
Bundan dolayı, 'Arap Baharı' denilen şey, uzun süredir görevde olan, yolsuz ve vahşi diktatörlere karşı ayaklanmadan çok daha fazlasıdır. Bu aynı zamanda yabancı değerler ve yabancıların askeri müdahalelerine de isyandır. Amerika'nın Irak'ı tahribi ve İsrail'in Filistinlilere baskısı büyük öfkeye yol açtı. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Yemen'de, nerede olursa olsun farklı İslamcı hareketlerin ortak noktası, yabancı vesayetinden azade bir şekilde, insanlarda sosyal adaletin İslami yorumuna olan açlığı giderme tutkusudur.
Şunu da vurgulamak gerekiyor, her ülkenin tecrübesi farklı olacaktır. Arap aleminde kadınların en özgür olduğu ülkelerden Tunus, Libya ya da Yemen gibi olmayacaktır. Keza Tunus, İslamcı partiler iktidara geldiğinde radikal bir şekilde değişmeyecektir. Mısır ve Tunus gibi büyük ölçüde turizme bağımlı olan ülkelerde, Şeriat'tan geniş çaplı tavizler verilecektir. Turistler alkol, dansözler ve gece kulüplerinden mahrum edilmeyecektir.
Türkiye'de Başbakan Erdoğan'ın İslami renkler taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet'in kurucusu Atatürk'ün kuvvetli laik geleneğiyle uzlaşmak zorunda kalmıştı. Bunun sonucunda Türkiye özel bir demokrasi markası oldu. Keza, Tunus'un geniş ve eğitimli orta sınıfı da Ennahda'nın uyum sağlaması gereken bir güç olacaktır. Çoğu Arap ülkesinde İslamcılar, uzun süredir ülkede kök salan laiklerin ağırlığı ve ülkenin yabancı yatırımcılara, bağışlara, turistlere ve Batılı hükümetlere olan ihtiyaçla kısıtlanacaktır.
Batı, elbette çıkarlarını korumak için, Arap dünyasında demokrasinin yayıldığını görmek istiyor. Ama yerli halk, iş, kendileri ve aileleri için daha iyi bir gelecek, ülke kaynaklarının daha adil dağılımı, yolsuzluk ve polis zulmüne son verilmesini istiyor. Onlar iyi yönetim ve Batı tarzı demokrasi ve Batı müdahalesinden ziyade geleneklerine saygı istiyorlar.
Kaynak: Agence Global
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas