Siyasette misyonun sonu


 
 
Eğer bir bakıma Türkiye'yi çağrıştıran yönleri olmasaydı Yunanistan'da yaşanan Pasok partisiyle ilgili kriz konusunda yazı yazmazdım; çünkü ileride, kendi başına bu krizin çok önemli bir olay olmadığı ortaya çıkabilir.  
  
Ama çıkmayabilir de. Andreas Papandreu'nun resmen 1974'te kurduğu Yunanistan Sosyalist Hareketi (Pasok), askerî dikta rejimine (1967-1974) bir muhalefet ve direnme hareketi olarak yurtdışında ortaya çıktı ve zamanla halkın güvenini kazanarak 1981'de iktidara geldi. 2004 yılına kadar ülkeyi toplam yirmi yıl yönetti (1981-1989, 1993-2004). Bu dönemde Andreas Papandreu ve Kostas Simitis parti başkanı oldu. 2004 ve 2007 yılında Yorgos Papandreu başkanlığında iki milletvekili seçimini kaybeden Pasok, önümüzdeki 11 Kasım günü parti başkanı seçimine gitmektedir. Papandreu üst üste iki seçimi kaybedince başkanlığa aday olarak çıkan Evangelos Venizelos tarafından 'yetersiz' diye eleştirildi ve Yeni Demokrasi'yi ve Başbakan Kostas Karamanlis'i yenecek kimsenin ancak kendisi olduğunu son seçimin gecesinde dramatik bir çıkışla dile getirdi (16 Eylül 2007). Venizelos (adaşı tarihî liderle hiçbir ilgisi yoktur), Pasok'un en tanınmış politikacılarındandır ve çeşitli bakanlıklarda bulunmuştur. Seçilme umudu olmayan üçüncü bir başkan adayı, partinin genel sekreterliğini yıllarca yapmış olan Skandalidis'tir. Pasok'un yeni başkanının seçimine parti üyelerinden başka bütün vatandaşlar katılabiliyor. Bu yöntem ilk kez 2004 yılında uygulanmış ve Papandreu bir milyon oyla ve başka aday olmadan, başkanlığa getirilmişti. Bu seçimle, bir ihtimal, gelecekteki başbakan da belirlenmektedir. Bu yüzden iki adayı tanımanın bir anlamı vardır.

İki aday arasında parti tabanını da bölen kıyasıya bir mücadele süregelmektedir. Venizelos, Papandreu'nun yeteneksiz, başarısız, kararsız olduğunu, yakın çevresinin seçmeni cezbetmediğini, son yıllarda parti hüviyetinin belirsizleştiğini savunmakta ve kendisinin yeniden partiyi iktidara getirebileceğini söylemektedir. Papandreu yandaşları da Venizelos'un ihtiraslı olduğunu, uzun süredir Papandreu'nun politikalarını sinsice baltalayarak yenilgileri tezgâhlandırdığını, politika üretmediğini ve yalnız iktidar olmak için yuvarlak laflar ettiğini söylemektedirler. Bütün bu suçlamaların doğru yanı var. Gerçekten de, şimdiki başkanın cansız konuştuğu ve yeni adayın müthiş bir hatip olduğu doğrudur. Örneğin-ama uzun cümleli konuşmanın sonunda 'ne dedi?' sorusunu yanıtlamak da çok zor! Papandreu'nun birçok konuda fikir değiştirdiği ve parti içi ve toplumsal baskılar karşısında geri adım attığı doğrudur. Ama Venizelos da bu baskılarda başkandan yana çıkmamıştır. Her iki aday da hasmı için 'dış mihraklardan' destek aldığını da savunmaktadırlar: İddialara göre Papandreu'yu sağ güçler, Venizelos'u güçlü bir medya kurumu desteklemektedir. Köylerde ise Pasok kahvehaneleri bölünmüş durumdadır.

'Kim haklı?' sorusuna yanıt vermek yerine iki adayın son yıllardaki bir-iki siyasi tutumunu hatırlatayım. Papandreu, dış politikada Türkiye ile gerçekçi bir politika sergilemiş ve Kıbrıs konusunda Annan Planı'ndan yana çıkmıştı. Venizelos, bu konularda çekimser kalmış ve 'şüpheci' davranmıştır. P (yani Papandreu) kronik bir sıkıntı olan yüksek eğitim konusunda bocalamalarına karşın genel olarak reformlardan yana bir tutum sergilemiş, V ise popülist bir tercihle nümayişçi sendikal tutucu kalabalıklara meyletmiştir. Simitis, 'laik kimlikler' ve Kilise-devlet ayrılması konusunda bağnaz milliyetçi Kilise ile çatıştığında P'den destek almış ama V'yi karşısında bulmuştur. Yani 'yetenekli olan kim?' sorusunun ötesinde politikada kimin, neyi temsil ettiği sorusu da gündeme gelmektedir. Ve ilginçtir; kamuoyu yoklamaları çok şaşırtıcı sonuçlar vermektedir. Pasok taraftarları, yapılan yoklamalarda Karamanlis'i yenecek başkanın Venizelos olacağını büyük farkla teslim etmekte, ama yine büyük farkla oylarını Papandreu'dan yana vereceklerini söylemektedirler. Yani, biz iktidardan çok ilkelere önem veriyoruz, der gibidirler. (Ya da duygusal ve şaşkındırlar!)

Ama Pasok'un büyük dramı başka bir alandadır. Ekonomi alanında ve gerekli bazı temel reformlar konusunda açmazdadır. 1980'lerde iktidara gelen Pasok'un iki büyük ve tarihî katkısı olmuştur. Yunanistan'ın sağ-sol arasındaki çok kanlı iç savaşından sonra (1944-1950) bir türlü sağlanamayan toplumsal barışı sağlamıştır. Pasok, sağ (derin) devlete son vermiş, bütün halkı kucaklayan bir devlete yönelmiştir. İkinci katkısı, politikacıların 'unutmuş' oldukları yoksullara ve emeklilere umut ve hele gelir sağlamış olmasıdır. Bu ikinci başarının ekonomiyi uzun süreli sıkıntıya sokarak sağlandığı bir gerçekse de, adil bir toplum yönünde gidiş de açıktır. Pasok'un genel politikası devletçi olmuştur. Sendikalara ve geniş kitlelere dayanmıştı. Ama artık toplumsal barış ve göreli bir sosyal adalet kalıcı olarak sağlanmış ve Yeni Demokrasi de bu ilkelere destek vermektedir. İktidardaki merkez-sağ parti bundan ayrı, çağdaş ekonomik dünya ile daha iyi uyum sağlamaktadır. Papandreu'nun 'kararsızlığı' ve 'bocalamaları' karakterinden değil, partinin dayandığı toplumsal tabanın gerçekliğinden kaynaklanmaktadır. Sendikalarla, imtiyazlarını kaybetmek istemeyen bazı meslek ve baskı gruplarıyla kurulan ilişkiler, partinin serbest davranmasını sınırlamaktadır. Çağdaş olmaya çalıştığından Pasok hem 'sol' kimliğinden ödün vermeye hem de bazı seçmenlerini kaybetme durumunda kalmaktadır. Bu durum, bu partiyi gittikçe popülizme ve bocalamalara yöneltmektedir.

Tarihî büyük katkılarına ve en iyi niyetlerine karşın zamanaşımı yüzünden düşüşe geçen bir partinin durumu öğretici olabiliyor. Bir zamanlar çok başarılı bir partinin dönemi bitmiş, miadı dolmuş, misyonu tamamlanmış olabilir. Aklımda CHP de var. Böyle partiler daha uzun zaman hayatta kalabilirler. Örneğin Yunan Komünist Partisi hâlâ sapasağlam ayaktadır, ama düzenli bir müze gibidir. Belli ahlaki değerlerin ve bir idealin bayrağıdır. Ama işlevli değildir. Daha çok, bayramlarda ortaya çıkan geleneksel giysili efeler gibidirler: Onları herkes sever, onlarla fotoğraf çektirir, ama insanlar, örneğin, dükkânlarının yönetimini onlara vermeği pek istemezler.
 
Kaynak: Zaman