Bir süredir yoktum. Sebebi çok. Kişisel sebepler en basitleri. Daha karmaşık görünen, memleketin hali ile ilgili olanlardı. 'Nasılsın?' diye soranlara şairden alıntı yaparak 'memleketin hali gibi halimiz' diyordum.
Memleketin halini kendi halinize benzetmek, asude bir ülkede yaşıyorsanız iyi. Soluklanmanıza dahi fırsat vermeyen bir ülkede olup bitenle ilgili olmak bir tür hastalık. Türkiye'de siyasetle ilgili olanların bir tür virüs taşıdıklarını düşünürüm bazen. Sadece aktif siyasetle uğraşanları değil, siyaset üzerine yazanları da zehirleyen bir virüs bu. O virüs bir kez bulaştı mı ne kişisel alan kalıyor ne de tatlı günbatımları!
Üstelik ne sıklıkta yazdığınız da değil sizi o kadar meşgul eden. Siyaset üzerine düşünmeyi öğrendiğiniz andan itibaren yazmasanız da memleket ahvaline dikkat kesilirsiniz.
Bu dikkat hep var. Yazmadığınız zamanlarda katlanarak gelen bir sıkıntı. Bilge köyünde olanlar, Kürt meselesinin çözümü, Hasan Cemal'in çıkardığı muhteşem iş, Cumhurbaşkanı'nın açıklamaları... Liste daha da uzunken yazmadan durmak, aslında bir 'durmak' değil. O ruh hali, yazmasanız da adı 'Bilge'ye çevrilmiş olan Zangırt köyüne gitmenizi ister sizden. Gerçeğin mekânı, ruhu da yansıtır çünkü... Parçalanmış da olsa bir ruh var mıdır hâlâ? Görmek istersiniz. Gördüğünüz sebepler sıralamanızı değiştirir çünkü. Diyarbakır-Mardin karayolunda sadece 3 km giderek vardığınız bir köy orası. Sultan Şeyhmus ziyaretinin yanı başında akasya ağaçlarının dekoruyla, yaşananların karmaşasından uzak bir köy.
Olanları gelenekle açıklayanlar Sultan Şeyhmus türbesinde edilen duaları duysalar keşke. Köyün girişinde ölülerinin başında ağlayan ak tülbentli kadınları görseler. Olanlar gelenekle açıklansaydı, geleneğin kapısı olan Sultan Şeyhmus kötülüğü muhakkak kovardı. Koruculuk dahi yetmez açıklamaya. Bilge köyünde coğrafyanın ıssız, cinnete yakın tutan kahredici sertliği yok. Asude bir mekân. Söylenen her şey eksik. Kadınların yüzlerine bakıyorsunuz. İlk günlerin büyük medya kalabalığı, mikrofonlar gitmiş. Ne siyasetçiler, ne şefkat örgütleme hevesindeki siyasetçi eşleri. Köyün hemen girişindeki mezarlıkta kadınlar ağlıyor. Bedenlerini toprağa yapıştırmış, kalkmak istemiyorlar. İlk günlerin şokunun yerini daha çok gözyaşı almış. Onlarla kalmak istiyorum. Erkeklerin oturduğu yas çadırında duyacağım yeni hiçbir şey yok çünkü. Girişi askerin kontrolündeki köyün içinde göreceklerim, kadınların gözyaşlarından daha sahici değil. Yıldız'ın annesi Yıldız'ın mezarından kopamıyor. 'Yıldız kalk' diyor. 'Yıldız kalk... Nasıl olur' diyor 'bu güzel bahar gününde. Nasıl olur?' En çok şaşırdığı etrafında yeşeren, renk veren çılgın doğa. Çiçeklerine bakıyor baharın, deliren mavi çiçeklere, gelinciklerine kırların. Ağaçlara bakıyor nasıl olur bu bahar gününde... Aklı almıyor. Birilerinin kolaylıkla diline gelen 'Kürtlerin doğası' belli ki onda yok. Baharın farkında, güzelliğin ve iyiliğin. Aklı almıyor nasıl olur bu güzel bahar gününde. Kötülüğü yapmak için çirkinlik sarmalı etrafı değil mi? Ama Bilge köyünde o cinneti yaratacak ne ıssız, zalim bir doğa ne de dünyadan kopuk bir insan var. Doğaysa en güzeli. Mesafeyse sadece Diyarbakır-Mardin değil, her şeyin ortasında. Daha da önemlisi Sultan Şeyhmus için edilen duaların yakınında Bilge köyü. Kadınların başörtüleri birer barış bayrağı gibi. O kadar beyaz ve şefkatle örtülmüş. O kadınların emzirdiği erkekler korucu da olsalar olanı açıklamaz. Annelerin ak sütü gibi ak tülbentleri... O halde olan ne? Birileri çıkıp bize anlatacak mı ne oldu orada? Tıpkı Güçlükonak ve başka yerlerde yaşanan ve birilerinin üzerinde kalan suçlar gibi bu da kapanacak mı? Bu da unutulacak mı?
Bundan böyle çarşamba ve cuma günleri beraberiz. Cuma günü 'siyaseten doğruculuk' konusuyla devam edeceğim. Herkese yeniden merhaba.
Kaynak: Zaman