Müslüman Kardeşler’in Mısır’daki düşüşü siyasal İslam için bir dönüm noktası oldu. Bu sadece ideolojinin kendi başına politik başarı için yeterli olmadığını göstermekle kalmadı; aynı zamanda İslamcıların Arap Baharı’nı takiben ortaya çıkan yeni şartlara uygun olarak strateji ve yöntemleri üzerine yeniden düşünmeleri gerektiğini de ortaya koydu.
Bununla birlikte Orta Doğu’daki “siyasal İslam’ın sonu” üzerine süren tartışmalar yalnızca vakitsiz değil; aynı zamanda konuyla alakasız ve yanıltıcı bir nitelikte seyretmekte. Bu eksende bir tartışma yerine, kriz döneminde İslamcı hareketler içerisinde vuku bulması olası ideolojik ve siyasal değişimleri tartışmak daha katkı sağlayıcı olacaktır.
Varlığını sürdürme dürtüsü
Baskı altına alındıkları sürece İslamcılar için varlıklarının devamını sağlamak ana amaç haline gelmekte. İdeolojik ve sosyal hareketlerde olduğu gibi, İslamcılar da alt katmanlar arasındaki bütünlüğü sürdürebilmek için birlik olma eğiliminde. Müslüman Kardeşler’in 1928’de kuruluşundan bugüne kadar yaşanan süreç de bu duruma işaret etmekte. Hareket, geçtiğimiz yıllarda birçok krizle karşı karşıya kalmasına rağmen, içerisinde çatlak ya da bölünme yaşamadı.
Geçtiğimiz 30 yılda, Müslüman Kardeşler, eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in kendileriyle ilgili sergilediği insani olmayan tavır ve gaddarlığı lehlerine çevirdiler. Düşünülenin aksine, baskı, İslamcıların varlıklarını sürdürüp bir araya gelmesini sağlarken, sosyal ağlarını genişletip güçlenmelerini de beraberinde getirdi. Bu, Mübarek’in devrilmesinin ardından, Müslüman Kardeşler’in en güçlü ve organize hareket olarak ortaya çıkmasıyla da resmen ortaya kondu.
Aynı varlığını sürdürme dürtüsü, Tunus Nahda Hareketi Partisi’nin tutumunu da açıklamaktadır. Geçtiğimiz üç yılda, Nahda liderleri son derecepragmatik ve esnek bir tutum takındılar. Böylelikle Tunus’daki seküler ve liberal güçleri yabancılaştırmama ya da marjinalleştirmeme niyetindeydiler. Bu tutum, ideolojik ve siyasal tavizler vermeye gönüllü olmalarıyla pekiştirilirken, yönetimi teknokratik hükümete devretme konusunda anlaşmaya yanaşmalarıyla da doruk noktasına ulaştı. Görünen o ki; Nahda Partisi, Müslüman Kardeşler’in Mısır tecrübesinden kendisine bir ders çıkartmıştı.
Siyasal İslam’ın Çıkmazı
Müslüman Kardeşler’in Mısır’daki düşüşü, İslamcıların Arap Baharı’nın ardından yüzleştiği krizi su yüzüne çıkardı: devrimci bir zihniyet ve izlenmesi gereken bir programın yokluğu. Arap dünyasındaki İslamcı hareketlerin çoğu muhafazakar ve hükmünü yitirmiş bir vizyonu sürdürmekte; ki bu, üç yıl önce Arap Baharı’yla ateşlenen istek ve hayalleri gerçekleştirmenin çok uzağında bir vizyon.
Bu muhafazakâr ya da devrimcilikten yoksun ideoloji, eski rejimlerin yıkılmasının ardından ortaya çıkan yeni koşullara da uyum sağlayamamış durumda. Sokakların hâkimiyetini ele geçiren Arap gençliğinin çoğunluğu, hayatlarını ve kaderlerini değiştirebilecek devrimci ve hırslı bir motivasyonla hareket ediyorlardı. Ancak, bu gençler devrimi dağıtma niyetiyle ortaya çıkan geleneksel İslamcılar engeline takıldılar. Dahası, İslamcı hareketler Arap toplumlarının kontrolündeki geleneksel ve muhafazakâr bir sosyal yapının yansıması gibi görünmekte.
Müslüman Kardeşler’in düşüşünün en önemli nedeni bu tarz devrimci bir zemin yaratma konusundaki acizlikleriydi. Müslüman Kardeşler Mısır’daki en büyük muhafazakâr toplumsal hareket olmayı sürdürmekte. Bu durum, genellikle Nil Delta’sı etrafında yaşayan, Mısır’ın alt ve orta tabakalarında ve yukarı Mısır’daki yoksul bölgelerde kapalı ve sert bir yapıyı sürdürmelerine olanak tanıdı. Şaşırtıcı bir şekilde, bu nüfusun büyük bir bölümü, hareketin sosyal hizmetleri ve ağından en çok yararlananlar olmalarına rağmen, Müslüman Kardeşlerin iktidarda olduğu yıllarda hareketten uzaklaştılar.
Selefilerin belirsiz geleceği
Geçtiğimiz üç yılda, Selefiler, Arap Baharı’nın kazanan gruplarından biri olarak gündeme geldi. Dikkate değer bir siyasi nüfuz elde ettiler ve bölgesel siyasetin şekillenmesinde kilit rol oynadılar. Ancak, Selefi partiler, Arap Baharı’nın neyi temsil ettiğini yanlış anlamış ve siyasete giriş amaçlarının öncelikle ne olduğunu unutmuş görünmekteler.
Selefiler Mursi’nin “düşüşünden” bu yana yalnızca, git gide artan bir şekilde fragmanlaraayrılmaya başladılar. El-Vatan ve el-Asalah gibi Selefi partiler Müslüman kardeşleri desteklerken, diğerleri, örneğin el-Nur, Haziran darbesinden yana tavır almayı tercih etti. Bu sırada, ordu destekli hükümetin din alanına nüfuz etme girişimleri Selefi şeyh ve imamların ideolojilerini yaymalarına engel oldu.
Selefilerin kendi tutarsızlıkları nedeniyle gelecekleri git gide daha belirsiz bir hal almakta. Örneğin, Müslüman Kardeşler’in yönetimi elinde bulundurduğu süre boyunca onlarla, yalnızca orduyu ve Mursi’nin sonunu getiren yol haritasını desteklemek için ittifak yaptılar. İlerleyen süreçte Selefi partilerin geliştirdikleri politika ve ideolojik tutumları, öncesinde aldıkları desteği ve ünlerini kaybetmelerine neden oldu. El-Nur’un esnek tavrı partinin siyasal sezgisini ve pragmatik tavrını öne çıkarmış olabilir. Ancak bu aynı zamanda partinin İslamcılar arasındaki kredisinin azalmasına ve sürekliliğinin sarsılmasına da neden olabilir.
Genel hatlarıyla, el-Nur’un politik hesaplarının üç boyutu var: ilk olarak, parti Müslüman Kardeşler üzerindeki baskı ve yasakların önümüzdeki süreçte devam edeceğinden emin olma peşinde. İkincisi, el-Nur liderleri Müslüman Kardeşler’den kalan politik zemini, en azından Müslüman seçim bölgelerinde, doldurabileceğine inanıyor. Son olarak, parti gelecek seçimlerden yankı uyandıracak bir sonuçla çıkmayı umuyor.
Durum bu iken el-Nur’un pragmatik tutumu pahalıya mal olabilir. Bu tutumun dezavantajı olarak partinin kendi içerisinde el-Vatan, el-Asalah ve el-Fadhila gibi diğer Selefi partilere yabancılaşması söz konusu. Dahası, partinin ordunun yol haritasını desteklemesi bazı Selefi şeyh ve önde gelenlerinin partinin stratejisini ağır şekilde eleştirmelerine neden oldu. El-Nur’un Müslüman Kardeşler’in sahip olduğu örgütlenme yeteneği ve desteğe sahip olmaması nedeniyle, onların yerini doldurması olası görünmemekte. Ayrıca, düzenlenen yeni anayasa taslağının dini partileri yasaklıyor oluşu, el-Nur’un da legal bir parti olarak varlığını sürdürmesini tehlikeye atmış durumda. Aslında parti, seçmenlerine yeni anayasa için “evet” çağrısı yaparken kendi kuyusunu kazmakta.
Tarihsel olarak baskı, aşırılıkları üreten anahtar faktör olmasının yanısıra, radikal ve şiddet yanlısı İslami eğilimlerin ortaya çıkmasına da neden olmaktadır. Bununla birlikte Mısır’ın 1950 ve 60’lardaki ikonik cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır, Müslüman Kardeşler’in birçok üyesi hakkında dava açıp işkence yaptığında, bir fikir adamı olarak Seyyid Kutub birçok İslamcı gencin felsefesini referans adığı bir lider olarak ortaya çıkmıştı. Aynı şekilde, geride yüzlerce barışçıl göstericinin naaşı ve devam eden baskıyı bırakan Adeviyye katliamı da siyasal İslam’ın önündeki yolda olası bir dönüm noktası. Demokrasiye olan inancın kaybının, İslamcı gençlerin sürdürdükleri barışçıl politika yerine, aşırı Kutubist bir ideoloji ve söylemi benimsemelerine neden olabilir. Ki eğer gerçekleşirse, bu Arap Baharı’nın ardından okunacak sela anlamına gelir.
Siyasal dirençlilik
Tarih, İslam’ın dirençli bir “olgu” olduğunu ortaya koydu. Farklı formlarda da olsa, İslamcılar varoluşlarına yönelik tehtidlere karşı direnme ve bunları atlatma yolları geliştirme eğilimindeler. Nasır, Müslüman Kardeşler üzerinde baskı uygulayıp, onlarca üyesini hapse attığında birçok kişi hareketin son bulduğunu düşünmüştü. Ancak hareket 1970 ve 80’lerde daha güçlü ve dirençli bir şekilde yeniden ortaya çıktı.
Benzer bir şekilde, Türkiye’nin laik yapısının İslamcı Saadet Partisi lideri ve dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’ı siyasetin dışına itmesinin ardından, Türk İslamcılar 2002’de yönetimi geri aldılar ve o günden bu yana iktidardalar. Bununla birlikte, Türk İslamcıların geri dönüşü ancak ideoloji ve siyasal zeminde temel değişiklikler yapmalarının ardından mümkün oldu. Türk İslamcılar Erbakan’ın “idealizmini” terk edip başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “gerçekçiliğini” benimsediler ve yönetimi meritokrasi, şeffaflık ve hesap verilebilirlik üzerine bina ettiler.
Özetlemek gerekirse, son üç yılda edinilen tecrübe gösterdi ki; demokrasi uzun ve çetrefilli bir yol ve tüm siyasal aktörleri içermedikçe, içsel ve bölgesel bir istikrar mümkün olmayacak.
Dr. Khail al-Anani Orta Doğu Enstitüsü’nün kıdemli akademik görevlilerinden. Ayrıca Washington’daki Johns Hopkins Üniversitesi’nin, Paul H Nitze İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu (SAIS), Orta Doğu Çalışmaları bölümünde misafir profesör.
Kaynak: El Cezire
Dünya Bülteni için tercüme eden: Sedcan Altundal