Siyasî liderlik

Türkiye, Amerikan işgali altında olan, özerk bir yönetime sahip topraklarda büyük çaplı bir kara harekâtı yürütüyor. Harekâtın hem askerî hem de diplomatik cepheleri saat gibi işleyen bir koordinasyonla ilerliyor. Ayrılıkçılık için şiddet seçeneği anlamını kaybediyor.

Dosta düşmana kendi çıkarlarını koruma konusunda hassas ve yetenekli bir devletin varlığı hatırlatılıyor. Bu uyumlu koordinasyonun arkasında şartları doğru değerlendiren, zamanlamayı isabetle belirleyen ve imkânları seferber edebilen güçlü bir siyasî liderliğin mevcut olduğu anlaşılıyor.

"Kürt sorunu" basit bir etnik sorun değil. Türkiye'nin birçok alanda enerjisini ve umutlarını yok eden en temel ve esaslı sorunu. Sınırlarımız ötesinde yürütülen askerî operasyon, bu sorunun sadece birkaç uzantısını etkiliyor. Türkiye kendi etnik sorunu karşısında diplomatik gücünü kanıtlıyor; bölge ülkelerini hizaya çekiyor ve umudunu teröre bağlayanları caydırıyor. Sorunun derin köklerini ve karmaşık yapısını dikkate alarak çözüme giden yolda uzun bir mesafenin alınması gerekiyor. 22 Temmuz seçimlerinin "Kürt Sorunu" üzerindeki sonuçlarını çoğu kimse henüz anlayamadı. Kırgın, küskün ve öfkeli Kürt nüfusun ülkenin geri kalanı ile entegrasyonu için Türkiye, bütünüyle demokrasinin eseri olan bir fırsat yakaladı. Türkiye'nin birlik ve bütünlüğünü neredeyse tek başına bir siyasî parti temsil ediyor. Bu fırsattan bir çözümün çıkması için yine demokrasinin zengin imkânlarını bir orkestra şefi gibi uyumlu bir şekilde seferber eden güçlü bir siyasî liderlik gerekiyor. 1999 yılında ayağımıza gelen fırsatı, güçlü bir liderliğe sahip olmadığımız için elimizden kaçırdık. Güçlü liderlik, cesur kararlar alabilen, statükonun direncini kırabilen ve bazen birbiriyle çelişen unsurları bile telif ederek ortak bir amaca yönlendirebilen iradeye ve icra gücüne sahip olmak demek. Önümüzde duran fırsatı yaratan demokrasi, bizi çözüme götürecek araçlara da sahip. İhtiyaç duyduğumuz şey cesaretle karar verebilen ve kararını icra edebilecek araçları seferber edebilen bir siyasî liderlik.

Tıpkı başörtüsü yasağını çözen siyasî liderlik gibi.

Başörtü yasağı, neresinden bakarsanız bakın Türkiye'nin ayaklarını yere çivileyen bir ayak bağı idi. Bu sorun, devlette, medyada ve sermaye kesiminde ayrıcalıklara sahip küçük bir azınlığın, seçimle iktidara gelenler üzerinde tahakküm kurmasına imkân veriyordu. Başörtüsü sorununa, salt bir siyasî sorun olarak bakalım. Başörtüsü yasağı, bu azınlığın bir güç gösterisi aracıydı. Çok kaba bir şekilde, seçilmiş siyasetçilere gücünün ve iktidarının ne kadar sınırlı olduğunu, bu alenî biçimde haksız ve zulme dönüşen yasakla göstermiş ve her tartışmada da hatırlatmış oluyorlardı. Başörtüsü yasağının, anayasa değişikliği ile kaldırılması sürecinde kopan fırtınanın arkasında, bu ayrıcalıklı azınlığın önemli bir iktidar aracını kaybetmekte olması yatıyordu.

Zaman zaman gerginleşen, anlamsızlaşan bir süreçten geçtik. Türkiye, bu sorunu artık bir daha başını ağrıtmayacak şekilde çözmüş ise; demokrasinin bütün kurumlarıyla ileri bir noktaya taşındığını da görmüş olacağız. Türkiye, üniversite kapısından giremeyen birkaç bin genç kızın sorununu değil, çok esaslı bir demokrasi sorununu çözdü. Gündem değişirken, bu sorun etrafında kopan fırtınaları unutacağız. Kazancımız baki kalacak. O zaman bu sorunun yol açtığı fırtınalar arasında, çözümü gündeme getiren ve sonuca adım adım ilerleyen siyasî liderliği, diğer sorunların çözümünde de izlememiz gerekecek.

Önümüzde çok sorun var. Dünyanın ekonomik dengelerinin belirsizliğe doğru gittiği endişeleri yaygın. Katılım Ortaklığı Belgesi'nde yer alan reformların gerçekleşmesi gerekiyor. Demokrasinin inşa ettiği ve demokrasinin araçlarını kullanarak yolunda ilerleyen siyasî liderliğin çözüm üretme yeteneğine ve cesaretine daha fazla ihtiyacımız var.