Geçen yazıda işaret ettiğimiz üzere İslam topraklarında devletin tabii ve klasik temel fonksiyonları bu dört ilkedir (hükümranlığın temsili, iç güvenlik ve adalet, ortak ve bölünemez hizmetler için vergi toplama ve harcama ile dış savunma). Hiç kuşkusuz bunların dışında çok geniş bir alan vardır. Ticaret, sanat, bilimsel faaliyet, kültür, eğitim, sağlık ve spor bunların hepsi yukarıda saydığımız dört alanın dışında kalmaktadır. İslam tarihinde genel itibarı ile böyle uygulanmıştır. Hukuku uygulamak, suçluya ceza tayin etmek ve cezayı infaz etmek devletin uhdesindedir; fertler ve cemaatler suç tespit edip ceza infaz edemezler. Ancak, İslami yönetimlerde hukuku tayin etmek ve hukuku oluşturmak sivildir. Devlet, sivil müçtehitlerin hukuki görüşlerini alır ve uygular, kendisi uygular ama kendisi hukuk yapamaz. Bu durum Abbasi ve Emevi dönemlerinde de böyledir. Ebu Hanife sivildir; İmam Evzai, İmam Şafii, İmam Sevri vb. içtihatlar yaparlar. Hukuku onlar yaparlar. Devletin mahkemeleri sadece bu imamların meydana getirdikleri hukukun içinden kanunlar seçer ve uygularlar. Uygulama devlete ait bir sorumluluktur. İslam tarihinde devletin kendisi bu manada hukuk yapma yetkisini kendisinde görmemiş, ancak hukuk yapma tekelini sivil müçtehitlerin elinden almak için onların otoritelerini ya resmileştirmiş veya önemsizleştirme yolunu seçmiştir. Nihayetinde içtihat kapısını kapatan müçtehitler değil, devlet olmuştur. Bu perspektiften bakıldığında modern devlet hukuk tekelini ve diğer sivil alanları da tekeline aldığı için totaliterdir.
İslam, hem teorik hem pratik olarak liberal devleti fersah fersah geride bırakır, ama liberalizmin hiçbir handikapına düşmez; iki yüzlü davranmaz, dini-kültürel çoğulculuk yanında politik ve toplumsal çoğulculuğa da geniş özerk alanlar açar. Bizim böylesine anlamlı, sapasağlam bir referans çerçevemiz varken, liberalizme özenmemiz sadece bilinçsizlikten ibarettir.
Osmanlıya geldiğimiz zaman orada ikili bir hukuk uygulandığını görmekteyiz. Birisi Örfi hukuk; sultanın iktidarını, tahtını koruyan ve kollayan bir hukuktur. Bunun dışında kalan çok geniş bir alana tekabül eden Şer'i hukuk. Şer'i hukuk aynı zamanda sivil bir hukuktur. İnsanlar ne giyecek, ne içecek, ne yiyecek, mirasını nasıl taksim edecek? Medreselerini nasıl kuracak ve neyi müfredat olarak okutacaklar; bütün bunlar Şer'i hukuku ilgilendirir ve sivil alana tekabül eder. Faaliyetler karakterleri itibariyle sivildir. Bunlar da büyük bölümüyle vakıflar aracılığıyla yerine getirilmektedir. Osmanlıda toplum, kendisine ait hizmetleri sivil vakıflar aracılığıyla yerine getirmiştir. Modern zamanlarda ise devlet bunlara el koymuş bulunmaktadır. Topluma ait olması gereken bu fonksiyonları da kendisi üstlenmiştir.
Türkiye de modernleşme ve batılılaşma demek Şeriatın toplumsal hayattan çıkarılması demek ve sivil alanın zapt edilmesi demektir. Osmanlı'da ve geleneksel toplumlarda insanlar doğal olarak örgütlenirlerdi. Ben sosyal/beşeri çevresi olan bir insanım: ailem vardır, akrabalarım vardır, kabilem vardır, aşiretim vardır, mensup olduğum bir cemaatim vardır, gidip geldiğim bir tarikatım vardır, bağlı olduğum bir şeyh vardır ve çalıştığım bir dernek veya vakıf vardır, yardım ettiğim, mütevelli heyetinde bulunduğum bir vakıf veya dernek vardır. Bunların tümü doğal beşeri yapılardır. Bunlar beni devlete, resmi topluma karşı koruyan korunaklardır. Bu türden sahici ve tabii ara mekanizmalar, korunaklar olmadıkça bireyi iktidarın saldırılarına karşı korumak zordur. Bu korunakların çoğu sivildir ve koruyucudur. Bunların iktisadi güçleri vardır, sosyal hayata etkin olarak katılırlar, kültürün teşekkülünde önemli rol oynarlar. Modern devlet ise Şeriat ile birlikte bunları tasfiye edince bireyi ve toplumu da zapt etmiş oldu. Bireyin öne çıkması, çıkarılması bu geleneksel yapıların tasfiyesi için bir bahaneydi. Böylelikle aradaki korunakları ortadan kaldırmış oldu.