Sivil-asker dengesi yeniden mi kuruluyor?


Manzara, 22 seçim sonrası asker-sivil ilişkilerinde de yeni bir dengenin kurulmakta olduğunu gösteriyor

Üniversitelerde türban serbestisi bugün Meclis Anayasa Komisyonu'nda görüşülmeye başlıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli, öyle anlaşılıyor ki, vardıkları uzlaşmanın üniversitelerin ikinci yarı yıla başlayacağı 3 Mart tarihinden önce yürürlüğe girmesini istiyorlar.
Anayasa'nın 10 ve 42'inci maddeleri ile YÖK Yasası'nın geçici 17'inci maddesinde değişiklik içeren paketin Meclis sürecini bir hafta, en fazla 10 gün içinde tamamlaması beklenebilir. CHP'nin Anayasa Mahkemesi'ne başvurusu ve daha sonra yaşanabilecek münferit davalaşmalara karşın, 3 Mart'ta üniversitelerde türban yasağının geri dönüşü olmayan bir şekilde kalkacağını söyleyebiliriz. Bu olgu ışığında, Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt ve CHP lideri Baykal'ın son demeçleri ışığında ortaya çıkan tabloyu doğru anlamak gerekiyor.
Büyükanıt'ın önceki gün 'Görüşlerimizi bilmeyen mi var? Bir şey söylemek malumu ilan olur, o nedenle bir şey söylemeye gerek yok' sözleri dün NTV yayınında Baykal tarafından bakın nasıl yorumlandı: "Yaşadığımız deneyler özellikle son dönem bize açıkça göstermiştir ki Türkiye'nin laik demokratik bir Cumhuriyet olarak ayakta kalmasının güvencesi, hukukun ve milletin iradesi dışında hiçbir kurumun bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktur. Bu ortaya çıkmıştır. O nedenle bizim hukukun dışında hiçbir kurumdan bir bekleyişimiz yok, kimse gölge etmesin, başka bir şey beklemiyoruz."
Baykal'ın sözleri, son yıllarda, askeri kesime sistem içinden yapılmış en sert, en acı eleştiridir. Bu sözlerde hayal kırıklığının getirdiği bir sitem de bulmak isteyenler olabilir. CHP'nin 27 Nisan'da cumhurbaşkanlığı seçimini Anayasa Mahkemesi'ne taşıdığı gece gelen askerin e-muhtırasından Baykal'ın ne kadar rahatsız olduğunu ve bu muhtıranın ona
22 Temmuz seçimlerinde değerli puanlara mal olduğuna inandığını yakın çevresi biliyor.
Buradan, Erdoğan'ın Ulusa Sesleniş konuşmasına gelebiliriz. Erdoğan, başka bir bağlamda, çetelerle mücadele operasyonları bağlamında, "Bu tür yanlış yollara sapanların varlığı, kurumlarımıza olan güveni sarsamayacaktır. Kurumlarımızın yıpratılmasına ve kirletilmesine izin veremeyiz, vermemeliyiz" diyordu. Erdoğan'ın sözleri, bir gün önce Büyükanıt'ın aynı konuda sarf ettiklerini andırıyordu. Şunu görmek zorundayız.
1- 22 Temmuz seçim sonuçları bir ölçüde cumhurbaşkanlığı üzerine güç mücadelesinin ürünü olmuştur. 2- Bu sonuçlar, PKK ile mücadele, ABD ile işbirliği, Kürt meselesi ve 2009 belediye seçimleri çerçevesinde yepyeni dengeler ortaya çıkarmıştır.
3- Türbanın üniversiteler çerçevesinde serbestisinin bu süreçte gündeme gelmesi rastlantı sayılamaz.
4- MHP'nin cumhurbaşkanı seçimi ardından türban konusunda da askerin çizgisini dikkate almaması da rastlantı değildir. 5- Asker, sivil dengeleri de paralel şekilde yeniden tanımlanma sürecindedir.

'Çete'nin tamamı mı, Küçük hücresi mi?

Geçen yıl Ümraniye'de ele geçen bombalarla başlayan ve bir dizi tutuklama ile boyut değiştiren operasyona, medyamızda 'Ergenekon operasyonu' adı takıldı. Emekli Tuğgeneral Veli Küçük bu örgütlenmenin başı olarak gösteriliyor. Necip Hablemitoğlu, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerinden sonra Küçük ve peşinden gidenlerin Ersever cinayetiyle irtibatı olduğu da ileri sürülüyor.

Bu durum aslında tipik bir yanıltma ve perdeleme operasyonu özellikleri yansıtıyor. Suçlananların üzerine isnat edilen suçlar ne kadar çeşitlendirilir ve abartılırsa, bunlardan biri bile kanıtlanamadığı takdirde diğerleri doğru olsa da şaibeli hale gelir. Ama bu iddialar doğruysa ortada vahim bir durum var demektir. O zaman bu iş Küçük'ü aşar.

Baksanıza, bu kadar abartılı amaçlarla (darbe yapmak gibi) örgütlenen bu kişilerin mesela Ankara ayakları yok. Soruşturmayı esas alacak olursak, Ankara örgütlenmeleri ve bağlantıları da yok. Bu inandırıcı değil. Ya da ortaya çıkarılan 'çete'nin tamamı mı, yoksa yalnızca
Küçük hücresi mi diye sormak gerekiyor.

Kaynak: Radikal