Sisi mi, Karadayı mı: Kim kimden kopya çekti?

Abdulfettah Sisi’nin darbesi için örnek aldığı modeller var. Nasır darbesi bunlardan sadece birisi.  Amr Şubeki gibiler önce yumuşak darbe görüntüsü vermesinden dolayı ve ayriyeten İslamcılara karşı yapılması itibarıyla Sisi darbesini, 28 Şubat post modern darbesine benzettiler.

Darbeyi tahlil ve izah etmek için benzeri kavramlara başvuruldu.  'Post modern darbe' anlamında. Yine her iki darbede de askerin yanında sivil kesimler ve basın da önemli rol oynadı. Bir başka benzerlik daha var. Çevik Bir balans ayarı yaptıklarını söyledi ama İsmail Hakkı Karadayı yaşananların darbe olmadığından emin. Netice itibarıyla, tanım onların tanımı. ‘Askeri alana girmek tehlikeli ve yasaktır!’  

Nitekim, hem İslamcı hem gayrı İslamcı olarak çifte kimlikli Sisi asker edasıyla  ‘Darbe dediysek darbe, demediysek değil’ diye kestirip attı. Yapılan işin tanımını kimseye bırakmıyor. Minareyi çalan kılıfını hazırlar misali. Sisi muhakkak ki 28 Şubat sürecinden kopya çıktı. Ondan benim ve Mısırlıların da hiç şüphesi yok.  Son yargılanma faslında ise İsmail Hakkı Karadayı 28 Şubat post modern darbesinin darbe olmadığını savunarak sanki Sisi'den kopya çekti.  Birbirlerine kopya verdiler. Peki! Balans ayarı işgüzarlıktan mı ibaretti?

*

Edebiyat sahasında galat-ı meşhur yani doğru yerine geçen yanlış bilinenler ve böyle iştihar eden yanlışlar yaygındır. Hatta ‘galat-ı meşhur lügat-i fasihten evladır’ demişlerdir.   Siyasette de gafların yanında bir de galat-ı meşhurlar vardır. Gerçekler yerine geçmiş yanlışlar.  

Siyasetin de galat-ı meşhurlarından bahsedebiliriz. Bunlardan birisi Erbakan’ın ağzından iştihar eden lakin ona mensup olmayan bir ifadedir.  İmam hatip okullarının Milli Görüş hareketinin arka bahçesi olduğuna dair ifadelerin ona ait olmadığı sadece bir yakıştırma olduğu tebarüz etti.  Şevket Kazan’ın kaleme aldığı Refah Gerçeği kitabının 3. cildinin 395. sayfasında da açıkça ifade edildiği gibi “İmam Hatip okullarının Refah Partisi’nin arka bahçesi” olduğu iddiasını ilk defa ortaya atan kişi Milliyet (şimdi Hürriyet) gazetesi yazarlarından Yalçın Doğan’dır. (13.11.1996 Milliyet).

Yalçın Doğan ilginç bir kişiliktir ve bir defasında Milli Görüş’ün Mekke’de 27 bin militan eğittiğini ileri sürmüştür. Halbuki, Suud otoriteleri Mekke’de üç kişinin bile bir araya gelmesinden ürkerler.  27 bin kişiyle hanedanlığın yıkılacağı vehmine kapılırlar.  Aynı adam 28 Şubat sürecinde de Necmettin Erbakan ile Fethullah Gülen hocaları karşı karşıya getirmeye çalışmıştır. 

Erbakan bu sözleri söylemediği halde kendisine mal olmuştur. Mesut Yılmaz ve Ecevit Yalçın Doğan’a ait bu sözü Erbakan’ın ağzından teksir etmişlerdir.

*

Böyle bir talihsizlik merhum Özal’ın da başına da gelmiştir. Habertürk'te ekrana gelen 'Öteki Gündem' programında 8. Cumhurbaşkanı Merhum Turgut Özal'la ilgili olarak ilginç bir gerçek ortaya çıktı. Programda, yakın çalışma arkadaşları Eski Bakan Halil Şıvgın ile merhum araştırmacı yazar Aytunç Altındal, Özal ile ilgili ilginç bilgiler teati etti. Bunlardan biri de "Bir koyup üç alacağız" sözünün Turgut Özal'a ait olmadığıydı.

Turgut Özal'ın Körfez Savaşı'nın yaşandığı dönemde Türkiye'nin Irak politikası için "ABD'nin Irak'a girmeye çalışıyor" eleştirilerine yönelik olarak "Bir koyup üç alacağız" dediği biliniyordu. Özellikle de muhalefet bu sözü onun ağzından aktarıyordu. Bilhassa Demirel.   

Özal döneminin Sağlık Bakanı olan Halil Şıvgın bu bilgiyi yalanlayarak, o sözün kime ait olduğunu da söyledi. "Bir koyup üç almak" sözünün ABD'li büyükelçi tarafından söylendiğini açıklayan Şıvgın şöyle konuştu; "ABD'li büyükelçi, arkadaşımız Vehbi Dinçerler'e söyledi o sözü. Arkadan yetişen gazeteciler diyorlar ki "Elçi size ne dedi?"... Arkadaşımız da cevap veriyor, "Ya bir koyup üç alacaksınız, niye hala Özal girmiyor bu işe"... İmam hatipler arka bahçemiz sözleri üzerinden Erbakan yıllarca taşlandığı gibi ‘bir koyup üç alacağız’ sözlerinin üzerinden de Özal muhalefetin ağzına düşmüştür.

Başlangıcı, Mısır-Türkiye mukayesesi üzerine kurmuştuk. Yazının sonu da öyle getirelim. Bir ara İstanbul’da görüştüğümüz Mısırlı gazeteci ve yazar aynı zamanda Eş Şa’b gazetesinin eski yayın yönetmeni rahmetli Adil Hüseyin de bir defasında veya yazısında ‘ el İslam huve’l has/çözüm İslam’da’ diye bir cümle kurmuştu. Bu daha sonra sloganlaşarak Müslüman Kardeşler üzerinden yaygınlaştı. Ve onlara mal edildi. Oysa, sözün  kaynağı Adil Hüseyin idi. Yine galat-ı meşhurla dost ve düşman  sözü slogan biçiminde  Müslüman Kardeşlere mal etmişti.  Ne demeli? 'Söyleyene değil, söyletene bak' demişler. Burada da herhalde 'söyleyene değil, kullanana bak' veya 'mal edene bak' demeliyiz?  Her ne ise!