Söyleşimiz sonlarına yaklaşırken Ali, hayat düzenine dikkat etmenin taşıdığı öneme karşılık, kimyasal silah etkilerinin acı sürprizleri olduğuna getiriyor sözü. Kimyasal silah hastası iyi bir tedavi görse bile tamamen iyileşmiyor, bedeninde kalıyor hastalık izleri. Beş yıl önce ağır bir grip geçirdiğinde onun da hastalığı da depreşti ve bir zaman kemoterapi tedavisi gördü. Hastalığın bu tezahüründen, “bir tür kanser” diye söz ediyor. Ultrason filmlerinde ciğerlerinde kanseri andıran göstergeler ortaya çıkıyor bu durumda, hastanın.
Öksürük nöbetleri, biber, hardal ve sinir gazıyla zehirlenen hastaların hayatının bir parçası. Ali gibi hastalar hayatlarını sağlıklarına dikkat göstererek idame ettiriyorlar. “Ben yine iyiyim” diyor Ali ve yakın bir arkadaşını anlatmaya başlıyor: “Öksürürken kan geliyor, sürekli hastanelerdedir”. Normal nefes alamayan, oksijen maskesini sürekli yanında taşıyan, gün boyu beş dakika olsun konuşamayan, uzun uzadıya konuşmaya kalktığında nefes alamaz hale gelen arkadaşlarından söz açıyor.
Durumu iyi görünen bir arkadaşı önemsiz bir hastalığın ardından çöküşe geçti, tetkiklerde ciğerlerin tükendiği, sindirim organlarının çalışmadığı çıktı ortaya. Bir noktada bu hastalara ilaç fayda etmez oluyor. (Ali son on yılda dört arkadaşının şehit olduğunu belirtiyor bu arada. Dalgınlaşıyor. Bir süre susuyor, söyleşimize ara veriyoruz.)
*** ** ***
“Savaş yıllarında kimyasal silah hastalarını Avrupa’ya yollarlardı tedavi için” diye yeniden anlatmaya başlıyor Ali, bir zaman sonra. “Şimdi Almanya’da bulunan hastanelerin aynısı Tahran’da da var. Doktorlar ellerinden geleni yapıyor, bir noktadan sonra, yapabileceğimiz bir şey kalmadı, diyorlar.”
Irak’ın açtığı savaşta şehit olan İranlılar’ın sayısı 700 bin, gazi olanlar ise 600 bin olarak gösteriliyor. Bu 600 bin kişi içinde ise 100 bin kişi kimyasal silah yaralısı. Ancak bu rakamlar sadece kimyasal silah etkisine doğrudan maruz kalan gazileri ifade ediyor. Genetik yoluyla hasta olan pek çok kişi kayıtlarda yer almıyor olabilir, Ali’ye göre.
Kimyasal silah hastaları evlenirken kontrolden geçiyorlar, bu sırada yapılan bir testin sonuçlarına göre bazı hastalar doktor tarafından, çocuk sahibi olduğu takdirde ortaya çıkması gereken problemler konusunda uyarılıyorlar. Kimi hastaların, kimyasal silah etkisi yüzünden zaten çocuğu olmuyor, kimi hastalara da, kesinlikle kendilerinden bile “daha hasta” olarak dünyaya gelebileceği için, çocuk sahibi olmamaları salık veriliyor. Bazı hastaların bütün çocukları sağlam geliyor dünyaya, bazen de dünyaya sağlam gelen çocuk ileriki yaşlarda kimyasal silah etkisinden ileri gelen hastalıklara yakalanabiliyor.
Ali’nin biricik oğlu da doktor kontrolü altında dünyaya geldi. Kansızlık sıkıntısı yaşıyor ve kontrollü bir hayat sürdürüyor. Oğlundaki hastalık tezahürlerinden söz ederken, “A, Anne Gibi” filminden söz açılıyor. Ali filmdeki gazilerin ve hasta çocukların yaşadıklarının hiç abartılmadığını dile getiriyor.
*** ** ***
Resul Mollagalipor’un “A, Anne Gibi” isimli kimyevi silah hastalarını konu alan filmine önceki hafta bu köşede yayınlanan yazımda değinmiştim. Filmin ilk bölümü renkli bir aşk hikayesini yansıtır, ikinci bölümü ise kocası tarafından terk edilen hasta bir annenin, genler yoluyla aynı hastalığa yakalan çocuğunu iyileştirmek için verdiği mücadeleyi. Güneşli gün zifiri karanlığa, bahar kara kışa bırakmıştır yerini sanki. Filmin kadın kahramanı Sepide hamileliğinin ilk aylarında savaşta hardal gazının etkisine maruz kaldığı, bu nedenle de çocuğunun sakat kalacağı anlaşıldığında, mesleki bağlamda bir sıçrama dönemi yaşadığını, mevcut şartlar altında ağır derecede sakat olabilecek bir çocuğun sorumluluğunu taşıyamayacağını dile getiren eşi tarafından neredeyse zorla kaçak olarak kürtaj yapılan bir eve götürülür.
Sonuçta kürtaj yapılan evden kaçan Sepide eşi tarafından vereceği mücadelede yalnız bırakılacaktır. Filmin bundan sonraki bölümlerinde, kimyasal silah etkisinden kaynaklanan hastalığı giderek ağırlaşan Sepide’nin, kendisi gibi nefes almakta güçlük çeken, ayağı sakat, özel bir kafes yardımıyla yürümek zorunda kalan ve tedavisi piyasada bulunması hiç kolay olmayan pahalı ilaçlara bağlı olan oğluyla ve yatağa bağlı bir hasta olan annesiyle birlikte verdiği atakta kalma mücadelesini izleriz. Sepide, hayatını keman dersi vererek kazanmakta ve aynı zamanda, sakat çocukları barındıran bir kurumda, çocuklara müzik öğretmenliği yapmayı sürdürmektedir.
*** ** ****
Sigara dumanına boğulmuş ortamlardan hiç hoşlanmıyor Ali ve bu yüzden kalabalık ortamlarda bazen zor durumda kalıyor. Arkadaşları dikkat ediyorlar yanında sigara içmemeye; fakat bazen öyle oluyor ki, kendisi gibi kimyasal silah hastası bir gazi dahi sakıncalarını önemsemeden sigaraları üstüste yakıyor, ciğerleri daha fazla zarar göremezmiş veya bu zarar umurunda değilmiş gibi. Bazı gaziler nargile içilen kafelere gitmekten bile imtina etmiyorlar.
Merdiven çıkmamaya çalışıyor Ali, çıkarsa da her katta bir mola verip nefes tazeliyor. Halı tüccarı olan babasının mağazasına gittiğinde öksürük nöbetine yakalanıyor hemen her zaman. Yanında sürekli nefes açıcı bir sprey taşıyor. Pek çok konuda kendini denetlemek zorunda. Sözgelimi kirli havadan uzak durmaya, soğuk algınlığına yakalanmamaya çalışıyor. Baharatlı yiyeceklerden uzak duruyor. Şifalı otlardan, bitkisel çaylardan yararlanamıyor, kokulara duyarlığı yüzünden. Üzüntüsünü yaşadığı konulardan biri, spor alanında yaşadığı mahrumiyet. Hiç spor yapamıyor değil, mesela yüzüyor, hatta yüzmesi tavsiye ediliyor doktorlar tarafından; tekvandoda kara kuşağı var, voleybolda antrenörlük yapmış… Ama işte, dağlara tırmanmaması gerekiyor, yükseklere doğru atılacak her adımın bir maliyeti var.
Batılılar belki de Irak’a bedava, hediye olarak verdiler bu silahları, diyor Ali. Fransa, Almanya, ABD, esas olarak da İsrail… İnsanlar üstelik kendilerini yaralayan bu silahları Irak’a sunan Almanya gibi ülkelere giderek dertlerine çare aradılar; Hatemikiya, “Kerha’dan Ren’e (1993) filminin kahramanı Sait’in Berlin yolculuğu üzerinden anlattı bu ironik macerayı.
İran Irak’la değil, bütün dünyayla savaşıyordu. Şehit ve gazi aileleri yaşadıklarının uluslararası platformda hesabının sorulması gerektiğini düşünüyorlar. Bu konularda atılan adımlarda siyasal konjonktür etkili oluyor Ali’ye göre. Uluslararası mahkemelere başvurular bir yerde tıkanıyor. Bazen devlet gazileri ferahlatmak için bir girişimde bulunuyor, ama davalar nihai aşamaya kadar ilerlemiyor.
Söyleşimizi gerçekleştirdiğimiz ofisin bir penceresi dağlara bakıyor. Elbruz dağlarının karlı zirveleri beyaz bulutlara karışmış. Fırsat bulunca dağa tırmanmak, sağlığı yerinde her Tahranlı’nın hayatının bir parçası. Tırmandıkça azalan hava basıncı ve oksijen oranındaki düşme ciğerleri etkilediği için Ali uzak duruyor dağ yollarından. Aklıma Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’de sunduğu sınır olarak duvar alegorisi geliyor. Ali’nin sınırı da sanki dağların eteklerinde bir yerde… Zirvelerini özlediği dağların yücelerine karışan bulutların gölgesi düşüyor gözlerine, bir süreliğine. Şanslı bir gazi olduğunu bir kez daha dile getirerek Allah’a şükrünü bildiriyor, söyleşimizin sonunda.