Son sıralarda bazı İranlı ve Iraklı ayetullahların Suudi Arabistan’la yakınlaşma arzusuna dair söyledikleri Suudi Arabistan basınında yankılanıyor. Dini merciler veya dini havzalar Suudi Arabistan ile birlikte 'teröre karşı' bir ortaklık kurulabileceğini öngörüyor. Şimdi bu dalganın veya talebin daha da fazla büyüdüğü dikkat çekiyor. İranlı bazı dini merciler Rafsancani’ye mektup göndererek; Suudi Arabistan’la ilişkileri geliştirmek ve yakınlaşma sağlamak için kendisini göreve davet ediyorlar. İran’daki dini merciler yakınlaşma için umutlarını Rafsancani’ye bağlamış bulunuyorlar. Bunun birçok nedeni var. Bunlardan birisi, şahsi meziyetleri veya özellikleri. Kıvrak ve manevra alanı yüksek bir siyasetçi. Pragmatik bir kişilik ve bu çizgiyi temsil ediyor. Bunun dışında Ruhani yönetimi de Rafsancani ekolünün bir devamı olarak kabul edilmektedir. Suudi Arabistan’la yakınlaşmayı sağlayacak kişilik olarak görülmesinin başka ve harici nedenleri de var. Son sıralarda Sünni dünyaya yönelik olarak verdiği sıcak mesajlar. Batılıların IŞİD’in zuhuruyla ilgili dolaylı rollerini itirafları gibi İran’da özellikle Rafsancani İran’ın da bu tür hareketlerin zuhuruna, serpilmesine zemin hazırladığını kabul etmektedir. The Independent gazetesi bu gibi hareketlere karşı set çeken Saddam’ı alaşağı ederek Batı olarak radikal hareketlerin önünü açtıklarını yazdı. Rafsancani ise bu hususta İran’ın dile getirilmeyen, karanlıkta kalan rolüne temas etti. İran’da ve Şii dünyada sahabelere yönelik sövgü ve hakaretlerin IŞİD gibi hareketlerin türemesini kolaylaştırdığını söylemiştir. Son günlerde bir başka açıklamasında birinci halifenin tayini konusundaki ihtilafın savaşlarına neden olduğunu, halbuki bunun bize düşmediğini ve yersiz olduğunu söylemiştir. Aliya İzzetbegoviç’in ifadesiyle ‘tarihi unutma ama tarihte de kalma’ prensibini seslendirmiştir.
*
Bu sözleri haliyle Sünni dünyada yankılanmış veya olumlu ma’kes uyandırmıştır. Bununla birlikte güven sorunu aşılamamıştır. Açıklamalar olumlu akislere neden olsa da bu açıklamalar fiiliyata geçirilmedikçe mücamele sınırlarını aşamayacaktır. Bununla birlikte, bu sözler nispi de olsa bir hakikatin teslimidir. Rafsancani sadece siyasi konularda değil dini konularda da pragmatiktir. Yeşil Hareket ve benzerleri gibi reformcu sınırlara varmayan bir pragmatizmi temsil ediyor.
Gelelim meselenin Suudi Arabistan ayağına. Zarif ile jestleşmeler ve Abdullahiyan gibi İranlı yetkililerin Suudi Arabistan’a ziyaretleri genel atmosferi dağıtmaya yetmemiştir. Bunun temel nedeni fiiliyatta bir şeyin değişmemesidir. Bununla birlikte, Nejad döneminde dahi Suudi Arabistan rejimi İran’a açılma yönünde istidat ve irade belirtmiştir. Ama bu jestleşmeler, taktik alanı aşamamış, manevra düzeyinde kalmıştır. ABD geçmişte ve günümüzde Arap ülkelerini İsrail’e yanaşmaları yönünde teşvik etmektedir. Şimdi ise buna İran da eklenmiştir. Obama yönetimi Körfez’deki ortaklarını İran ve Şii dünyaya açılmaları konusunda uyarıyor ve dönemin İran’a açılma dönemi olduğunu ihtar ediyor. Küba-ABD ilişkilerini rayına koyma örneğinde olduğu gibi Obama Beyaz Saray’ı terk etmeden İran’la ilişkileri normalleştirmek istiyor. Kimilerine göre de bu gizli kapaklı ilişkilerin aleniyete dökülmesi anlamına geliyor. Prens Mutaib bin Abdullah bin Abdulaziz’in ABD ziyareti sırasında bizzat Obama’nın kendisine İran’a açılma ve ilişkileri geliştirmesini telkin ettiği yazılıp çizilmiştir. Bu konuda Obama kararlı görünmektedir. Kendisi gibi ortaklarının da İran’a açılmasını eşgüdüm için zaruri saymaktadır. ABD ortaklarını İran konusunda da senkronize etmek istemektedir. Aksi takdirde, İran’a karşı açılırken başka bir zıtlığı doğmasından endişe etmektedir.
*
İranlı dini havzalar Riyad ile ilişkileri ortak çıkarlar ve ortak düşman üzerine bina etmeyi tasarlamaktadır. İran, ABD’den de daha ileri bir biçimde terör, aşırılar ve tekfircilik vurgusunda bulunuyor. İki taraf da ortak düşman olarak ‘cihadcı Selefileri’ görmektedir. Hatta Riyad o kadar ileri gitmiştir ki, İran ve Batı’nın terörist olarak yaftalamadığı Sünni eksenli İslami veya siyasal İslam’a istinat edilen grupları bile Mart ayında (2014)terörizm kapsamına almış, dercetmiştir. Bu da Şii dini havzalarda kurulması tasarlanan ortaklık zeminine uygun düşmekte ve altyapısını temsil ve teşkil etmektedir. Şii dini havzaların Rafsancani’ye havale ettikleri, yakınlaşmanın arkasından umdukları çıkarlardan bir başkası da Suudi Arabistan’ın petrol üretim kotasını aşağıya çekerek petrol fiyatlarının yükseltmesi ve İran ve Rusya’yı rahatlatmasıdır. Petrol fiyatlarında düşüş İran ve Rusya kadar Mısır darbesini finanse eden Riyad’ı da zor durumda bırakmaktadır. Bu açılımla Avamiye olayları nedeniyle idama mahkum edilen Bakır Nimr adlı Şii din adamının idamının engelleneceği de umulmaktadır. Rafsancani ve birçok İranlı din adamı ve siyasi, Bakır Nimr’in idamının infaz edilmemesini istemiş hatta bunun icrası halinde misilleme yapacakları tehditleri savurmuşlardır. Suudi Arabistan’la yakınlaşma nükleer müzakerelerde İran’ın eline ek bir koz ve kart daha verecek ve Batılıları pazarlığın tavanı ve çıtası noktasında ikna etmesi kolaylaşacaktır.
Rafsancani’den Suudi Arabistan ile yakınlaşmayı sağlamasını isteyen merci-i taklit veya havza liderlerinden birisi Vahid Horasini’dir. Ayetullah Sistani, İranlı Ayetullah Fadl Mibdi bu hususta olumlu görüş beyan eden dini merciler arasında bulunuyorlar. ‘Cihadcı selefileri’ karşı bu yakınlaşma teessüs ederse tarih tekerrür etmiş olacak. Zira Al-i Suud ile 1929 yılında Selefi İhvan arasındaki çatışmanın temel nedeni Şiilerle münasebetlerdir. Selefi İhvan hareketi çevre bölgelerde Şiiler üzerine akınlar düzenlemektedir. Buna hem İngilizler hem de Suud Abdulaziz izin vermemiştir. Hatta Sebile savaşında onların ileri gelenlerini tepelemiş ve bu suretle Şiilere ilişilmesini engellemiştir. Hatta Şiilere yönelik reddiyeler yazmayı bile özel iznine bağlamıştır. Bu mesele az bilinen hususlardan birisidir. Riyad daima real politikaya ve dünya düzenine bağlı kalmıştır. Her ikisi de Selefi hareketlerin dizginlenmesine, Şiilerin korunmasına amirdir. Afganistan cihadı belki de bu yöndeki istisnalardan biridir. Yine de kimi solcular gibi kimi Şii yazar ve çizerler IŞİD’in arkasında petrol dolarların yattığını ileri sürüyorlar. Görmek istemedikleri bir nokta şudur: Bünye bunu üretse bile irade bununla mücadele halindedir. Unutmamak lazım ki, IŞİD, Kaide gibi Suud kökenli olmayıp Irak kökenlidir. Bu da nedenler veya sebepler zımninde anlayıştan ziyade ortama işaret etmektedir. IŞİD bir bileşke ise bu bileşke içinde fikir kadar o fikri kuvveden fiile çıkaran sosyal, siyasi hatta askeri ortam da vardır. Belki de Petro dolar edebiyatı yapanların unuttukları boyut budur. Sonra petro dolarlar Suudi Arabistan’ın inhisarında değildir.