Sigara yasağı, danışıklı döğüş gibi

Sigara yasağı, danışıklı döğüş gibi
 


    öğle yemeğinde karşımda oturan dost, ramazanın, (efrenci) ağustosun kaçında başlayacağını sordu. bir günlük yanılma ile, sanırım 22'sinde, dedim. (1 ramazan 1430: 21 ağustos 2009)

    ramazan ayından açılınca, hatırıma, eskilerden görüntüler sökün etdi. anlatmağa başladım:

    gençliğimde, ramazan girdiğinde, memleketdeki kahvehanelerden çoğu gündüz kapalı durur, veya, açılsa da bir şey içilmez ve tüttürülmez, sadece sohbet edilir idi. gündüz icra-i faaliyet eyleyecek az sayıdakiler, ilk günden itibaren, kimisi camına tül gerer, kimisi, ki, yolcuların uğrak yeri otobüs garajı yakınındakilerdi bunlar, kocaman kar tanesi gibi söndürülmüş kireç noktalarıyle harelerdi camını; böylece içerisi görünmez kılınırdı; ve yaz mevsimi dahi olsa, kapı kapalı tutulurdu. oruç tutmayanlar buralara girer çıkardı ve dışarıda bir şey yemez ve içmezdi (yiyemez ve içemez değil, yemez ve içmezdi, tercihan; saygıdan). yani, ramazanda oruç tutamamadan/tutmamadan utanma ve bunu saklama, göstermeme sözkonusu idi.

    (ki, sanırım sadece bizim orada değil, ülkenin hemen her yerinde aynı şey geçerliydi ve halen de geçerli yerler vardır.)

    imdi; oradan buraya, bu günlerde yürürlüğe konan, kapalı mekanda sigara tüttürme yasağına gelirsek...

    aziz ve muhterem kardeşim;

    madem ki bu kerih, kötü bir şey.. niye bunu meydana sürüyor, meydanalarda açık ediyorsun?!

    akla ve mantığa, göze ve gönle kötü görünen, zararlı kabul edilen şeyin ortalığa saçılmasını, meydana taşmasını önlemek değil midir, tedbir adına yapılması gereken, aslolan, ma'kul olan?!

    zararını  anlata anlata bitiremediğiniz, hatta, diyanetçi efendilere, tüttürenin, adım adım kendini ölüme sürüklediği için

    (san ki içmeyenler adım adım ölüme gitmiyormuş, hiç ölmeyecekmiş  gibi! ve: içki içenler tabii, ve nedense, dahil edilmeden, edilemeden!),

    cenaze namazının kılınamayabileceği fetvasını verdirtecek kadar ileri gidip haddi aştığınız halde,

    sigarayı  kapalı mekandan, yasağınız ile çıkarıp, meydana sürmeniz, nice bir mantıkdır?!

    cümle âlemi, tüttürmeyenleri ve çoluk-çocuğu da özendirip, en âlâsından reklâm etdiğinizi göremiyor musunuz? bir şeye olan düşmanlığınız, aklınızı bu kadar köreltdi mi?

    (aman ha, aynı mantıksız efelenmeye içki için kalkışmayın, bütün meydanları meyhaneye çevirmiş olusunuz!)

    tarihden ve bütün dünyadan bir örnek getirin ki, kerih, kötü bir şeyin icraı ve gösterimi kapalı yerlerde yasaklanıp, meydanda serbest bırakılsın; ortalığa sürgün edilsin; herkesin gözüne reklâm edilsin; ve, böylece önlenmiş olsun!

    (idam ve had cezalarının aleniyeti kimsenin aklına gelmiyordur, diyeceğim amma, sigaraya meydan mahkûmiyeti kesebilen mantık eğer bulaşıcı ise... bilindiği üzre cezaî müeyyide, işlenen-eylenen değil, işlenene-eylenene ibret yoluyle tedbirdir.)

    imdi, bu yasak şekli neye benziyor?

    meşhûr ve ma'rûf misaldir:

    yüksek surlarla çevrili bir kale şehrin valisinin çok sevdiği bir kuşu varmış. boş vakit buldukça onunla konuşup dertleşirmiş. can yoldaşıymış. günlerden bir gün, kafesin kapısı açık unutulmuş. kafesden çıkan kuş, pencereyi de açık görünce, uçup gitmiş. durumdan haberdar olunca, vali hemen emir göndermiş: bütün sur kapıları hem'ân kapatılâ.. kuşum şehir dışına kaçmayâ...

    /

    bu yasağın zemin, yani mekan belirlenimini, tesbitini, alâkasını ta'yîn ve tesbit edenler, sigara tüttürmeyi bu derece fütursuzca ve fikirsizce gözlere reklam ediyorken, bunu göre göre mi yapıyor, yoksa görememekden nâşi mi?

    yoksa, sigara imalâtçısı karteller tarafından, farkettirmeden kullanılıyor mu?

    elbet, manzara ne kadar uysa da, danışıklı döğüş, demeğe dilim varmıyor.

    neye niyet neye kısmet, deyip, anlayana sivrisineklikle yetinelim.

    /

    bir tarafdakilerden biri, hangi tarafdadır bilmem, diyor ki: kanser ve benzeri hastalıkların yüzde yirmisi sigaradan. ve, bu hastaların tedavisi devlete pek pahalıya patlıyor ve onca masrafa rağmen, ölüyorlar...

    yanlış hatırlıyor olabilirim, bu oran yüzde onlara kadar düşebilir. haydi iltimas geçelim ve yirmi, diyelim. tamam da muhterem, bu yüzde yirmi tu-kaka; pekiyi, yüzde seksen pek mi cici? geriye kalan yüzde seksene devletin ettiği masraf daha az ve neticede bunlar ölmüyor mu?

    yüzde seksenin içine giren nedenler nereye kaçdı? ceplere/cüzdanlara mı, banka hesablarına mı, seçim sandığına mı, benzin depolarına mı? meselâ, egzoz kirliğiyle bu kadar uğraşabilir misiniz? israil'den ebter tohum ithalatından ne haber? yerleşim yerlerini asfaltla kaplamayı gelişmişlik zannedip, asfaltlama kampanyalarını kurban keserek başlatmak...

    kanser ve benzeri illetlerdeki yüzdede, asgari ücretin oranı nedir? asgari ücretin yetersizliğinden (yoksa yeterli mi?!?!) ve maaş alamamakdan ve işsizlikden neş'et eden yetersiz beslenmenin ve yetersiz yaşamanın ve çoluk çocuğuna mama götürememenin ve açlığın ve işsizliğin oranı nedir acaba? merak edeniniz oldu mu?

    (sahi, aile hekimliğine geçiliyor ve yaygınlaştırılıyor. sosyal bilimler bölümleri de bol bol sosyal bilimci üretiyor. araya kriminologları da katarsanız... kanserin sosyal boyutunu yeterince kapalı mekanlara/kürsilere hapsedip, gözden ırak tutabilirsiniz. toplum sağlığı da böyle sağlanır, değil mi ya.. sosyal-hukuk devleti düzeninde.)

    /

    netice-i kelâm;

    sigara imalatçıları, sigara yasakçılarına madalyalar taksa, kupalar verse; ilaç şirketlerinin/tröstlerinin, yazdığı ilaca göre tıpçı tecimerlere yapdığı gibi, en lüks tatil seyahatleri düzenlese, yeridir.

    (alındınızsa, sigara i'mâlâtını ve ithâlâtını ve satışını yasaklayın, ispat-ı vücudunuzu görüp binbir özür ile alkışlayalım.)

    ve: bizi zorla, bu alenî ve âşikâr reklamla sigaraya mı başlatacaksınız muhteremler!

    tıkın  şunları içeri, gözümüz görmesin...

    ve: bu yasağın, kahvehaneleri kapatın, demekden başka ne manası var? (salih tuna'dan katkı: sigara tüttürmeyen zaten kahvehaneye gelmiyor ki...)

    bataklık vıngır-vıngır, kalkmış sinek avlıyorsun!

    şimdi yaz mevsimi; havalar soğuyup yerler vıcık-vıcık ıslanınca, kahvehane batağına gömülüp gömülmeyeceğini, kahvehanecilerin yükselen âhının tahtında adem-i izafîye garkolup olmayacağını göreceğiz... (kimbilir, belki uruc-i semaî sözkonusu olabilir ki, bu, batağa gömülmekden daha vahimdir, zira, göğe, havadan hafif miniklikde kül zerratı yükselir.)

    aynı  şeyi bakkallara, big-bigger-biggest marketler ile reva görmüşler idi; hem yasak ile, bakkalın müşterisine yasak getirerek değil, gûya kılıfına uygun, bakkalın sokağının ağzına (ağzını) o devanası efrencî marketleri(le) dikerek. şimdi bak bakalım, bakkalları âh u fîgânlarına aldırmadan bitirenlerin yerine.. onların yerinde ne var.. ne bitmiş?

    --nereye bakıyorsun muhterem, sen bitmişsin, seeen!--

    ve: ramazanda ortalık yerde sigara içenlerin aşırılığının vebalini de yüklenmeğe hazırsınızdır elbet. (millet reel işsizlik ve reel açlıkla kıvranırken, reel sektörün mercedeslilerine, vergilendirmeğe doyamadığınız milletin parasını pompalamanın vebalini yüklenmekden asla imtina etmeyip, her an hâzır ve nâzırlığınız gibi.)

    /

    hâmiş:

    karayolları  ve havayolları ve denizyollarındaki trafik kazalarının büyük  çoğunluğuna, sigara içenler sebebiyet veriyor elbet. içkiciler hiç kazaya yol açar mı!.. hâşâ.. sümme hâşâ... bilâkis, içki dikkati ve uyanıklığı ve ayıklığı arttırır ve asla kazalarda müessir rol oynamaz; belki, kazaları önler. içki içilmesi ve içkiciler ne kadar artarsa, trafik kazaları ve toplumsal rezaletler o kadar azalır. yollar ve toplumsal hayat huzur ve sükûn bulur.

    vesselâm.