'Sevilen'in sevilmediği gün mü var?

Baş döndürücü hızla değişime çıkan değerler, dünyanın hemen her yerinde buluşuyor, ayrışıyor; yerini kaybediyor veya kabul görüyor. Dünyanın küçük bir köye dönüştüğü ifadesinde anlamını bulan bu durum, farklı zaviyelerden tespit edilebilir durumda. Dünyanın neresine giderseniz gidin, Çin imzalı hediyelik eşyalarla karşılaşırsınız. Her yerde, şekil aynı desenler yereldir.

Dünyanın ana cepheden resmidir bu.

Yerel olanın kendine, varlığını hatırlatıcı küçük bir işaret bırakılarak köklü bir muhteva dönüşümü yaşanıyor.

Bu savrulmadan İslami söylem de payını alıyor.

Ömrümüzle sınırlı hayat diliminde dahi bu değişimi görebiliyoruz. Tarihi süreçte yüzyıla tekabül eden değişimin toplamının, günümüzdeki karşılığı iki rakamlı yıllarla ifadesini buluyor.

Medyanın öncülük ettiği değişim dalgası, ortak bir dile sahip, görünürde olanı kutsamak, olanı kabul göreni meşrulaştırma arzusu "farklı medya" iddiasını geçersiz kılıyor. Kitlesel yoğunlaşma, reyting adı altında, gizli güç olarak önemsiz telakki edilemiyor. Medyanın farklı "rengi" reytingi görmezden gelme gücünü kendinde bulamıyor. Yapılanlar, en fazla, yorum farklı olarak ortaya çıkıyor. Yorum da birkaç yıl sonra muhalifleriyle aynileşiyor.

İslami duyarlılıkla yayın yapan TV'lere, gazetelere ve eklerine baktığımızda her şey bütün açıklığıyla anlaşılır. Toplum ve medya, bir süre sonra, birbirinden razı olarak yoluna devam ediyor. Yürürlükte olanın meşruiyetinin sorgulanmadan kabul görmesi, tehlikenin fark edilmesinin zeminini de ortadan kaldırıyor.

Çok değil, daha yirmi yıl önce dindar kesimde doğum günü, evlenme yıl dönümü, sevgililer günü v.b. kutlamalar için "cevaz" yoktu. Bugün, ne oldu da bütün bu günler kutlanıyor, kutsanıyor; ilkenin elinden kurtarılıyor.

İslam'a bir şey olmuyor. Olan kendini ona nispet edenlerin algısında. Sorun "görünen"in insana, fark ettirmeden, zerk ettiği zevk ve onunla değişen algı. Kapitalizmin piyasaya periyodik müdahaleleri olan belli günler ve haftaların fonksiyonları anlaşılmazlık taşımıyor. Hemen her ayın birkaç günü veya haftası, bir konu üzerinden piyasaya hizmet için ayrılmış. Bu durum, öncelikle, mümine has kesintisiz zaman algısını sarsıyor. Kutsal/önemli, dolayısıyla önemsiz zaman algısını da beraberinde getiriyor.

Bir medeniyet, ortak yanlarından çok, farklı yanlarıyla kendini tebarüz ettirir. Günlük akışa yansıyan değer, davranışları ve olayların biçimini etkileyerek tarihe dönüşür. Tarihi değerler gelenek olarak, kabule daha yatkın halleriyle ele alınırlar. Güne sahip çıkmak bu devri daim açısından önemlidir.

Hediyeleşmenin kültürümüzde, muhabbeti iletme açısından ayrıcalıklı, güzel bir yeri var. Ancak, belli zamanda hediye mecburiyeti, hem hediyeyi yük haline getirir, hem de beklenti içinde olanı tatminsizliğe iter. Günümüzde çocuklar ve gençlerin eğlence ve kutlama kültürünü hayatın vazgeçilmezi olarak görmeleri, sadece egemen kültürün cazibesiyle izah edilirse yarım kalır. Mubah anların oluşmasına yönelik, rahatlatıcı alanlar oluşturamamak da bizlere has noksanlık.

Algımızdan şüphe duyar gibiyiz.

Kuşak çatışmasını meşrulaştırma eğilimindeyiz. İlgiyi oluşturma, sevgiye yön vermeyi sözden öteye taşıma sorunu yaşandığında, Aziz Valentin içimizden biri gibi algılanmaya başlanıyor.

Batıya ait parçalı zihin, her şeyi birbirinden kopararak tanımlıyor. Zaman üzerindeki tasarrufunu yine aynı refleksle yapması, kendi için normal. Ancak, mümin zihin için zaman parçalı değil, her anıyla birbirine bağlı olduğu gibi, eylem merkezli oluşuyla mekânı da içine alır. Kısaca zamanı veya herhangi bir şeyi konu ederken, onu birlik algısından koparmadığımızın bilincinde olmamız gerekir. Bu bütünlük içinde baktığımızda sevilenin, sevilmediği gün var mıdır?

Müminler, günde en az beş kez, sevgiyle, onu var edeni ya'd ederler.