Üslupları, kullandıkları dil, çalıştıkları alan farklı, ama onların adları çoğu zaman birlikte anılıyor. Bazen karşılaştırılıyorlar söylemleri itibarıyla, bazen de aralarındaki rekabete atfen, yarıştırılıyorlar. Hangisinin İmam’a ve Devrim’e daha yakın, hangisinin ilimde daha derin, toplumla iletişimde daha başarılı, fikir adamı olarak tutarlılıkta daha ileride olduğu konuşuluyor. Şeriati, Batı’yı daha iyi tanıyarak bunu eserlerine sindirmiş, çağdaş söylemler etrafındaki kavrayışıyla yakaladığı dille de yaşadığı toplumun gençleri ve aydınlarına ulaşmayı başarmış bir aydın, konferans kasetleriyle de kitlelere ulaşarak devrimin gerçekleşeceği zemini harekete geçiren bir dil sihirbazı. “İlerici ulema” saflarında görülen, faaliyetlerine 1963 yılında bir çadırda başlayan Hüseyniye İrşad’ı bir El-Ezher olarak geliştirmeyi hayal eden Mutahhari’nin ise dini ilimler alanındaki derinliği ve temel ilkelere bağlılığı itibarıyla daha önde ve “tutarlı” olduğu ileri sürülüyor.
Bu yaklaşımların ötesinde, iki önemli düşünürü kıyaslamaktan uzak durarak anlamaya çalışan ve bu noktada benzerliklerini öne çıkartan bir yaklaşım da yok değil: Bir kere Şeriati’yi hatip olarak öne çıkartan, onu şimdi “Şeriati Caddesi” olarak bilinen, Tecriş Meydanı’ndan İnkilap Meydanı’na kadar uzayan ana caddenin Mir Damat Bulvarı’na yakın bir noktasında bulunan görkemli Hüseyniye İrşad’a konuşmalar yapmaya davet eden şahsiyet, kurumun oluşumunda onca emeği geçen Mutahhari değil miydi… Şeriati’den önce, aykırı bir âlim olan babası Muhammed Taki Şeriati, Mutahhari’nin davetiyle İrşad’ta konferanslar vermeye başlamıştı. Henüz Paris’e gitmeden önce İrşad ziyaretleri sırasında tanıştıklarında Mutahhari’nin Batılı bir eğitim almış bu genç İslamcıdan, Ali’den etkilendiği kaydedilir.
Mutahhari’nin yapımı ve kurumsallaşması için büyük emek verdiği İrşad gün geldi “Şeriati’nin İrşad’ı” olarak anılmaya başlandı. Bağlandığı bir zeminde varlığını sürdürmek için kendinden tavizler vermek ne Şeriati’nin ne de Mutahhari’nin benimseyeceği bir yol olurdu. Fatih Kutan’ın www.dunyabizim.com adresinde İrşad üzerine yazısında değindiği gibi: Hüseyniye İrşad’ın hikayesi daha ayrıntılı olarak okunduğunda, Şeriati ve Mutahhari’nin uzaktan kabaca bir antoganizmayla gösterilen ilişkisinin farklı yönlerini de öğrenmemiz mümkün olacak.
70’lerin başlarında tutucu ulema Şeriati’nin kitaplarının yasaklanması için Necef’te sürgünde bulunan Humeyni’ye telkinde bulunmaktayken, bu gözükara ideologu karşılaştığı baskılara rağmen destekleyen kişi, Mutahhari olacaktı. (Bunun anlamı, üslup ve eyleme tarzları farklı olsa da Mutahhari’nin düşünür olarak Şeriati’yi onaylaması değil midir…)
Şeriati gibi Mutahhari de İmam Humeyni’nin “taş kafalı” diye adlandırdığı şekilci, yeni kelimelerden ve açıklamalardan ürken, Müslüman cemaate öneriler sunmak yerine korkutma üslubuyla egemenlik kurma yolunu tutan mollalara karşıydı. Her iki düşünür de aynı kaygıyla Kerbela kıyamına karışan hurafeleri eleştiren kitaplar yazdılar. Şeriati Hüseyniye İrşad konferanslarına her kesimden insan (mesela mini etekli kadınlar da) katıldığı için eleştiri toplarken, Mutahhari de meslektaşlarından sert eleştiriler gelmesini göze alarak, Şah döneminin (Türkiye’de yayınlanan “Kadınca” tarzı dergilerle eşdeğer bir yayın çizgisi izlemiş olan) “Zen Ruz” (Günün Kadını) dergisinde yazılar yazmaya devam etti ve bunu tebliğ vazifesinin bir gereği saydı.
İki düşünürün eserlerinde de Müslüman bireyin özgürlük ufku üzerine irdelemeler büyük yer tutar. Mutahhari “ İslam Cumhuriyeti” isimli kitabında, pratiğinin ancak başlangıç anlarına tanık olduğu devrim ülkesinin üniversitelerinde Marksizm kürsüleri kurduracak kadar özgürlükçü olması gerektiğini savunuyordu. Şeriati ise “Şeriati irfanı” diye anılan fikir ve hissiyatının hülasasında, varlığını sorumlu bir özgürlükle tanımlamanın (trajediye de kapı açan) coşku ve ızdırabını yansıttı, Kevir, İnsanın Dört Zindanı ve Yalnızlık Sözleri gibi eserlerinde.
İkisi de kadının kamusal alandaki varoluşunu akli gelişme, bireysel sorumluluk bilinci ve üretimle kavrayan bir yaklaşımı dillendirdiler yazılarında. Buna karşılık Şeriati bazen uç noktalara giderek “mehir” kuralını kadını –görünürde olanın tersine- değersizleştirdiği gerekçesiyle eleştirdi. Mutahhari “Hicap”ında siyah çarşafın üstünlüğünü vurgularken, Şeriati “Fatıma Fatıma”dır, “Biz ve İkbal” ve “Öze Dönüs” gibi eserlerinde tesettür konusunu bireysel yapının gelişimiyle mütenasıp bir bağlamda değerlendirdiğini gösteren irdelemelerde bulundu.
İki Müslüman düşünür arasındaki İrşad yıllarının başlangıcında gözlemlenen dayanışmanın süreğinde gelen gerilimli ilişkiyi Ali Rahnema “Ali Şeriati-Bir İslami Ütopyacının Siyasi Biyografisi” isimli eserinde ayrıntılarıyla anlatıyor. Şeriati cevval ve pervasız, oysa Mutahhari o konuşmalarını sürdürebilsin diye cevval olduğu ölçüde tedbirli ve temkinli de olmak zorunda. “Tedbir” ve “temkin” gibi kavramları herkes gibi okumuyor Şeriati, dilinden siyasi veya dini rejimleri sorgulayan cümleler pervasızca akıyor.
İki düşünürün de yolu zindanlardan geçti, iki düşünür de modern dünyada İslam’ın anlaşılması ve muzdarip insanlara bir umut ufku sunması için nasıl bir dille anlatılması gerektiği sorusuna cevap bulmaya adadı hayatını. Bugün her ikisi de şehit olarak anılıyor. Devrim’den sonra, özellikle İmam Humeyni’nin vefatının ardından Şeriati ismi etrafında koyulaşan sessizlik, reformist hükümetler döneminde nispeten aşıldı. Ancak bu defa da muhafazakârların elinde bulunan devlet televizyonu, Şeriati’nin metinlerinden kırpılmış cümlelerle reformist söylemleri karalama yöntemini sürdü ileriye. Şeriati okurları elbet bu tarz bir istismardan duydukları rahatsızlığı dile getirdiler çeşitli mahfillerde.
Sessizlik örtüsüne rağmen, bir yazımın başlığında da ifade ettiğim gibi, “her zaman gündemde” kaldı Şeriati, huzur kaçıran fikirleriyle, kısa hayatının dürüst çizgisiyle, kafa karıştıran cümleleriyle.
Bu günlerde Şeriati adı Tahran Belediye Başkanı Galibaf’ın katkısına bağlanan farklı bir hatırlamayı yansıtan posterlerle, afişlerle yeniden duvarlarda, dillerde, şehadetinin 34. Yıldönümü dolayısıyla. Kuşkusuz Şeriati imgeleri, siyasal gündemin hali hazırda bir hayli hareketli yapısının sunduğu aralıklardan da dalıyor toplumsal gündeme. Pek çok aydın içinde bulunduğumuz dönemde Şeriati eserlerinin genç kuşaklarca yeniden keşfedildiği görüşünde. Muhafazakâr iktidar Şeriati söylemlerinin geri plana düşmesi için özellikle eğitim müfredatı kapsamında Mutahhari söylemlerini öne sürüyor. Buna karşılık Şeriati adı her zaman davasına samimiyetle adanmanın ifadesinde bir atıf kaynağı olmaya devam ediyor. Öyle ki, onun sürekli iki yanlı bir sorgulamayla yapılanan fikri dünyasına yabancı olduğu izlenimini veren “muhafazakâr” Ahmedinejat bile bazen, Şeriati okuduğunu dile getiriyor.