Şemsiye, sandalye, embriyo

Orta yaşı aşmış, görmüş geçirmiş, soylu şehirli bir büyükanne görünümündeki kadın, kendinden emin bir ifadeyle ileriye bakıyor.

Kıraç toprağın üzerindeki plastik sandalyeye oturmuş, güneşin altında bekliyor. Yuvasında torunlarıyla güven ve huzur içinde Ramazan'ı idrak etmesi gereken konumdaki biri nasıl bir gerçekliğe savrulmuş da etrafı askerlerle çevriliyken sükunet içinde yerden kalkan toz bulutuna gülümsüyor. Yaşamın türlü çeşit zorluklarından meşakkatlerinden sonra artık hiç değilse orta karar bir evde, hatıralarla gelecek tasavvurları arasında dingin bir dengeye kavuşmuş olacağı bir yaşta.

Filistinli Fevziye Sudki Cabir Hanım, İstanbul'a İHH'nın davetlisi olarak geldi ve mahyaların altındaki büyülü Ramazan günlerimizi bir anda tuz buz etti. Daha gencecik bir kızken 20 Ağustos 1969'da Mescid-i Aksa'nın ateşe verilmesine tanık olmuş, söndürmek için kovayla su taşımış.

HİKÂYENİN KAHRAMANI FİLİSTİNLİ OLUNCA...

Aslında hikâyesi binlerce Filistinlinin akıl almaz hakikati. Hepimiz hayattayken, bütün insanlık sessizlik plastiğiyle kaplanmış gibi sustuğundan, gözlerimizin içine bakılarak gerçekleştirilen amansız zulüm. Fevziye Hanım'la yaptıkları özel bir görüşmeyi mail grubumuzda anlatan sevgili Özlem Yağız'ın söyleyişiyle, yazgısı Kudüs'ün yazgısına karışmış bir kadın. Batı Kudüs'te ailesinin yaşadığı ev tam Mescid-i Aksa'nın yanı başında bir evmiş. 1948 yılında Haganah çeteleri Batı Kudüs'ü bastıklarında ailesi katliamdan kurtulmak için Doğu Kudüs'e sığınmış. Mescid-i Aksa'ya on dakika kadar uzaklıkta bir mesafede bir zamanlar Sultan Abdülhamit'in özel arazisi olan bir toprağa, Ürdün hükümeti Doğu Kudüs'te işgale uğrayan evlerine karşılık olarak kendilerini yerleştirmiş. Arazi sonunda, Filistin toprağını Yahudilere satmayı reddeden mirasçılar tarafından bir vakfa devredilmiş, vakıf tarafından da Arap ailelere tahsis edilmiş. 1967'de Doğu Kudüs de işgale uğrayınca Fevziye Hanım'ın ailesi bu evde baskılara, hakaretlere, tehditlere rağmen haklılıklarına güvenerek azimle yaşamaya devam etmişler. Kendilerine satılan arazi üzerinde 1999 yılına kadar tam 51 sene hayat sürmüşler, fakat 1999'dan itibaren baskılar dayanılmaz bir hal almış. Evi satmaları, terk etmeleri için milyonlarca dolar para da teklif edilmiş. İsrail her türlü yolu denemiş.

9 Kasım 2008'de ise onlarca asker gecenin üçünde eve zorla girip felçli kocasıyla birlikte onu çıkarıp dışarı atmışlar. Bu esnada kalp krizi geçiren eşi için ambulans çağrılmasına izin verilmemiş ve hasta kısa bir süre sonra vefat etmiş. Evi de buldozerlerle yıkmışlar zaten.

Bu hikâye kimin başından geçse bütün insanlık adına ayağa kalkılması gereken bir meseleyken, söz konusu Filistinliler olunca neden kanıksama ve reva görme duvarına çarpar acaba? Bu ayrı bir yazı konusu. Fevziye Hanım küsmek, yılıp terk etmek, korkup gitmek yerine toprağını bekleyen biri olmaya karar vermiş. Canından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir kadın olarak ahir ömründe evinin karşısındaki bir arsaya çadır kurup gözünü ayırmadan toprağını beklemeye başlamış. Önce bir sandalye bir şemsiye, sonra bir çadır. Çadırı defalarca buldozerle sökülmüş ama o yeniden kurmuş. Birazdan önemli bir kabul gününe gidecek kadar iyi giyimli, nur yüzlü Arap kadını. Geçen martta çadırı söküldüğünde hava çok soğukmuş ama bir sandalye ve bir şemsiye ile kalsa da yerinden ayrılmamış. En son bir ay önce 2 Ağustos'ta sökülmüş ve halini kardeşlerine anlatmak için geldiği İstanbul'dan dönüşte kalacak bir yeri olmadığını söylüyor.

Bir ay kadar önce Doğu Kudüs'ün Şeyh Cerrah mahallesindeki evlerinden çıkarılan Hanun ve El-Gavi aileleri de şu an Ramazan'ı sokakta ve kaldırımlarda geçiriyorlar. Evlerine yerleşimciler yerleştirildi. Elli yıldır yaşadıkları evlerin karşı kaldırımında battaniyeler üzerinde bazı Arapların getirdiği yiyeceklerle idare ettiklerini, Kızılhaç'ın teklif ettiği çadırları kabul etmediklerini açıkladı ailenin büyükleri. Çünkü bu onları kendi evlerinin önünde mülteci konumuna düşürecek.

Bu olayların hızla artması ilk kez ve nihayet Avrupa'da da dehşet uyandırmış. The Guardian yazarı Ian Black birçok kimsenin bu uygulama için 'provokatif' tabirini kullandığını, Fransa'nın bile sonunda sesini yükselttiğini, Britanya hükümet sözcüsünün dehşete düştüklerini bildiren bir açıklama yaptıklarını yazmış. (4 Ağustos 2009, Radikal)

Geçtiğimiz günlerde Kudüs'ü ziyaret eden Nobel Barış Ödülü sahibi Güney Afrikalı Anglikan Başpiskopos Desmond Tutu, Batı'nın soykırım suçu yüzünden ezildiğini, fakat kefareti Filistinlilerin ödemek zorunda kaldıklarını söylemiş. İsrail'in soykırımdan alması gereken dersin, güvenliğin asla çitler, duvarlar ve silahlarla edinilemediği yönünde olması gerektiğini belirten Tutu, işgali eleştirenleri antisemitizmle suçlayan, kendisine karşı bile lobicilik yapanlara da konumunu doğrudan Tevrat'tan aldığını, Allah'ın her zaman ezilenden yana olduğunu bildirmiş. (Zaman)

Özlem Yağız, "Hiç yorulmadınız mı direnmekten?" diye sormuş Fevziye Hanım'a: "Size yeter artık demiyor mu yakınlarınız?" 'Hastalanmadık hiçbir yerin kalmadı, ağrıların dinmiyor.' diyen yaşlı annesinin bu duruma çok üzüldüğünü söylemiş, "Ama bu benim hayatım, benim evim." diye eklemiş hemen.

YEMEK YAPIP GETİREN YAHUDİLER

En büyük tesellisi ise bu insanlık adına verdiği onur mücadelesinde onu yalnız bırakmayanlar. Her zaman ziyaretine gelen İsrailli barış örgütleri, desteklerini sürdüren Kudüs'ün eski Yahudi halkı. Bazıları çorba, yemek yapıp getiriyormuş. "Zaten" diyor Fevziye Hanım, "Kudüs'ün eski Yahudileri yerleşimcileri, işgalcileri hiç sevmez. Araplarla komşuluk ederler hep." Ürdün'den otobüs kaldırıyormuş destekçileri. Özellikle çifte vatandaşlığı olan Araplar sıklıkla geliyorlarmış yanına. 'Kudüs'ün Bekçisi' diyor dünya ona. Kötülüğe alışmayalım, kanıksama suçuna bulanmayalım, adaleti ayakta tutmaktan vazgeçmeyelim diye hepimiz için bekliyor orada bu yaşta. Bayrak düşmesin diye. Avrupa'dan, Amerika'dan birçok ziyaretçisi olmuş. Paraguay'dan gelen bir kadın çadırında aylarca ona yoldaşlık etmiş. Avrupalı, Arap, Türk büyükelçiler ziyarete gelmişler.

Peki ya umut? Fevziye Hanım'a göre hayat umutsuzlukla beraber yaşanmaz. "Umut ettikçe Allah karşılığını veriyor. Eğer ben kararımı vermişsem kader bana gerekli kapıları açar, imkânları sağlar." diyor: "Kudüs'ü terk etmeyeceğim. Bir karış toprağımı vermeyeceğim."

Şarkılar, şiirler ve resimlerle dünyaya ulaşan umut, Fevziye Hanımlardan besleniyor belli ki. İşte Batı Şeria'da yaşayan bir grup gencin kurduğu rap grubu DAM'dan Mali Huriye adlı şarkı: Biz elli yıldır böyleyiz/Demir parmaklıkların ardında yaşayan mahkumları olarak/Hiçbir şeyi değiştirmeyen anlaşmaların/ Bir ışık görmüyoruz/Gerçi mavi bir gökyüzü ve beyaz bulutlar görebiliriz/Demirler arasından göz atarken/Hepsinin içinden bir yıldız hatırlatır sınırlarımı/Fakat hayır, güçlü ve iyimserim/Ayrım duvarıyla ümitlerimi sınırlandıramayacaksın/Benimle ülkem arasına bariyerler koysan da/Bağlılığımı sürdüreceğim Filistin'e/Ana rahmine bağlı embriyo gibi/Ayaklarım zeytin ağacımızın kökleri.
 
Kaynak: Zaman